8 Mayıs 2017 Pazartesi

Ben arabaya binmem!

Ortaokul son sınıfa geçtiğim yaz..
Babam Çeşme'ye gelirken bir trafik kazası geçirdi.
Birkaç ay hastanede kaldı.
Annem başında sürekli refakatçi..
Ablam üniversiteyi şehir dışında okuduğu için yok..
Ben evde yalnız olduğum için benden 8 yaş büyük bir kuzenimde hem benimle kalması, hem de annemin dükkanına göz kulak olması için İzmir'e getirildi.
Benden 4 yaş büyük bir diğer kuzenimde Ege Üniversitesi' nde okuduğu için İzmir'de diğer halamın evinde kalıyor.. Yan sokakta :)
Dolayısı ile üçümüz 7/24 beraberiz.
O dönem İzmir'in yerel radyo kanallarından birini dinliyoruz sürekli..
Nasıl olduğunu hatırlamıyorum ama DJ ler ile bir şekilde tanışıyoruz ve arkadaş oluyoruz.
Bir gece bizi radyoya davet ediyorlar..

Karşı komşumuz tam bir dizi karakteri..
Hani sen daha kapıyı açmadan kapıyı açanlardan..
Kapıda tahminimce mayın döşeli..
Bastığın anda kapıyı açıyor..
Her şeyden haberi var..
Tam bir ayaklı gazete..
Allah rahmet eylesin..
Çok anım var kendisi ile ilgili..

Neyse biz bir gece ,bir şekilde onu atlatıp, mayın tarlasına basmadan evden çıkmayı başarıyoruz.
İlk bulduğumuz taksiye atlayıp bizi şuraya götür diyoruz..
O zamanlar cep telefonu falan yok..
Şöför bizi bir meydanda indiriyor..
O sırada el arabası ile çöp toplayan bir adamdan başka kimse yok sokaklarda..
Dönüp dolaşıp adresi bulacağız derken kayboluyoruz..
Bir sokağa giriyoruz..
Köpek kovalıyor..
Ondan kaçarken yolumuzu iyice şaşırıyoruz..
Sonra peşimize bir araba takılıyor..
Korkuyla ilk bulduğumuz apartmana dalıyoruz..
Ben koşa koşa 1. kata çıkıp ilk kapıyı çalıyorum.
Yaşlı bir amca kapıyı açıyor..
Acilen telefonlarını kullanmam gerektiğini söyleyip arkadaşımı arıyorum.
Neredesiniz? diye sorunca bende amcaya soruyorum..
Amca tarif ediyor ama arkadaşım bilmiyor..
Siz en iyisi taksiden ilk indiğiniz yere gelin, sizi oradan alayım diyor.
Biz gecenin bir yarısı hiç tanımadığımız bir evden teşekkür ederek çıkıyoruz..
Aşağıya indiğimizde bizi takip eden arabanın kapının önünde beklediğini görüyoruz..
Tam geri dönüp amcaya sığınacağız ki..
Eşinin "Deli misin sen? Adresi verdin. Gördüler şimdi bizi yaşlı, evi soyacaklar. Arkadaşlarını çağırdılar.Polisi ara hemen!" diye bağırdığını duyuyoruz..
Dışarı çıksak araba bekliyor, içeride kalsak polis götürecek :)
Kuzenlerime bekleyin ve ben koşun dediğimde peşimden koşun diyorum.
Aralarında en küçük ben olmama rağmen en akıllı da o zamanlar benmişim :)
Annemin beni emanet ettiklerine ben sahip çıkıyorum resmen..
Arabadaki adam radyo ile oynadığı sırada start verip koşun diyorum..
Ters yöne koşmaya başlıyoruz.. Koşarken sağda dağ gibi bir yere tırmanan merdivenler görüp oraya sapıyorum..
Nefes nefese tepeye kadar tırmanıyoruz..
Tam tepede dinlenirken 1-2 sarhoşun bir demir parmaklıklara yaslanmış içtiğini görüyorum.
Gecenin karanlığında parmaklıklardaki yazıyı okumaya çalışıyorum..
Yazıyı okuyup, çığlığı basıp yola doğru koşmaya başlıyorum.
"Hz. ....... Yatırı" :)
Pis sarhoşlar, onlarda çarpılmıştır kesin..
Biraz uzaklaştıktan sonra yürümeye başlıyoruz..
O arada ben aralıksız benden yaşça büyük ama beyince küçük kuzenlerime sövüyorum.
14-15 yaşındayım daha yaşadığım geceye bak!
Yürürken bir tıkırtı duyuyorum..
Taksiden ilk indiğimizde gördüğüm çöpçü..
Bir çöpü karıştırıyor..
Hemen yanına koşuyorum..
Bizim saf kuzenlerde peşimden..
"İyi geceler.. Bizi hatırladınız mı? 2 saat önce falan bir meydanda karşılaşmıştık ya, bizi oraya götürür müsünüz?" diyorum.
Adam önce suratıma boş boş bakıyor..
Sonra.. "Tamam arabam ilerde, götürürüm" diyor.
O arada arkadan kuzenimin sesi geliyor.
"Kusura bakmayın ben arabaya binmem!" diyor.
Ben o an gülmekten katılıyorum.
2 kuzenim anlamsızca bana bakarken, adam "Zaten binemezsin kardeşim, el arabası, çöp topluyorum ben onunla" diyor..
Hepimiz gecenin o sessizliğinde gülmekten katılmak deyiminin hakkını verircesine katılıyoruz :)
Sonrası mı?
Adam bizi o meydana götürüyor.
Arkadaşımız gelip alıyor.
Sonra biz uzun bir süre canımız sıkılınca geceleri karşı komşuyu atlatıp radyoya gitmeye başlıyoruz :)
Ve hiç kimseye yakalanmıyoruz..

Umarım annem blogumu okumuyodur :)

O zamanlar çılgınlık sandığım şeylerin, şu anda cahil cesaretinden başka bir şey olmadığını görüyorum.. Ve eminim olduğum bir şey de bir gün çocuğumun evde tek kalması gerekirse kesinlikle kuzenleri ile kalmayacağı..

;)








28 Nisan 2017 Cuma

Yolun yarısı..

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.


Cahit Sıtkı'nın bu şiirini ortaokul yıllarımda bir yarışmada okumuş ve derece almıştım..
Ödülüm bir dolma kalem miydi yoksa bir kitap mı hatırlamıyorum ama,
O günlerde tek bildiğim 35 yaşın bana çok uzak olduğuydu..
O zamanlar 35 ime geldiğimde muhtemelen evli,çocuklu bir teyze olacağıma düşünüyordum.
Evet teyze oldum,ama gerisini olamadım :)
O da sağolsun ablam sayesinde oldu..


Ve bugün o gün :)
Artık bende dolu dolu bir 35'im..
35 sene önce bugün apar topar annemi hastaneye koşturttuğum gün..
Dünyaya gelmek için sabırsızlanan 6,5 aylık bir bebek..
Hemde en çirkininden..
Nasıl bir yaşama azmim varsa tutunmuşum da hayata..
İlla yaşayacağım da yaşayacağım diye :)


Nedense aklıma gelen ilk hatıra..
25. doğum günümde bir oyun sonrası ceza alıp, sokağın ortasında bağıra bağıra "İyi ki doğdum, gördün mü 25 oldum" diye şarkı söylediğim sahne..
Onun üzerinden bile tam 10 sene geçmiş..
35..
Memleketimin plakası olmasından mıdır nedir kulağıma çok hoş geliyor nedense :)
Tabi bir de "Aaa hiç 35 göstermiyorsun" diyenlerin gazlamaları..
Geriye dönüp baktığımda mutluyum..
Güzel bir hayatım oldu..
İyi bir ailem, gerçek dostlarım,eğlenceli arkadaşlarım oldu..
Sevdiğim insanlarla çok eğlendim..
Hatta o kadar eğlendiğim zamanlar oldu ki.. bu nasıl bir hayat yahu dedik..
Üzüntüden süründüğüm günlerim de oldu, bulutların üstünde uçtuğum günlerimde..
Ağlamaktan içimin çekildiği anlarda "Bu nasıl hayat ya!" diye isyan ettiğim zamanlar oldu..
Hiç geçmeyeceğini sandığım zamanlar yaşadım..
Kayıplarım oldu..
Beni üzen insanlar oldu..
Yarı yolda bıraktıklarım, yarı yolda bırakanlarım oldu..
Ama her geçen yaşımda hayata dair bir şeyler öğrendim..
20 li yaşlarda her sene büyümek sandığım şeyin,
Zaman ilerledikçe olgunlaşmak olduğunun farkına vardım.
Ama ne olursa olsun hayatımın ilk yarısı benim için güzel geçti..
Eğer bunu fragman sayarsam, ikinci yarı daha iyi geçecek sanki..
En azından ben kendimi öyle motive ediyorum.. :)


Hayatımın ilk 35 senesine iyi ya da kötü herhangi bir şekilde dahil olmuş herkese teşekkür ederim.
Bugünkü tabir-i caizse sizin eseriniz :)
Hayatımın geri kalanında da yanımda olacak ve asla değişmeyecek insanlara da sabır dilerim :)
Bilirler benimle hayat çok hareketlidir..

2. yarıda da sizi şaşırtmayacağım dostlar..
Yeni yeni süprizlerle karşınıza geleceğim..
Ve şu an tanıdığım yada tanımadığım hayatıma dahil olacak insanlar..
Şimdiden size de hoş geldiniz diyeyim :)

Şimdi ben kendime kadeh kaldırmaya gidiyorum..
Fona da Ayten Alpman’dan “Her yaşın ayrı bir güzelliği var” ı açıyorum..
İyi ki doğmuşum yahu! ;) 


8 Mart 2017 Çarşamba

Açılın ben geldim :) Facebook'a dönüş VoL I.

Yaklaşık 5 sene önce, eski erkek arkadaşım ile kapanacak bu facebook polemikleri ile kapattığım,  ayrılık sonrasında da kullanıp ne yapacağım yahu dediğim facebook profilimi geçen hafta açtım..
Neden mi açtım?
Valla çok gerektiğinden değil aslında..
Sırf kıllığına açtım :)

Çünkü kapanacak diye kendini parçalayanların, ayrılık sonrasında da koşa koşa ilk iş hemen kapalı hesaplarını açanların aksine, sosyal medyayı onu bunu bulmak için kullanmışlığım pek yoktur..
Zaten bulmak isteyen her yerde bulur. Ama genelde kapattıranlar "kişi kendinden bilir işi"cilerdir :)

Annem, günümüz anneleri gibi tam bir facebook hastası..
Herkesi stalklıyor..
Her şeyi beğeniyor..
Facebook'tan dünyayı yönetiyor sanki..
Geçen hafta bir baktım kapak fotoğrafı yine ben..
Bu iş böyle olamayacak, en iyisi bende olayım da, kontrollü gidelim bari dedim :))
Gözün aydın bende açtım dediğimde, sevinçten havalara uçtu :))
Orada olunca ne oluyor tam anlamış değilim ama..
Gerekli uyarıları yaptım..
İlk birkaç gün bilerek uzak durdu..
Ama dayanamıyor..
Bugün ilk yorumunu yaptı..
Bakalım neler olacak? Biliyorum durmayacak çünkü..
Abartırsa annem demem silerim listemden :)
Onun da farkında :)

Çünkü sinirlendiği kişinin doğum gününde duvarına "Senin doğduğun güne lanet olsun" yazacak kadar açık sözlü bir annem var :)))) duyduğumda 1 saat aralıksız gülmüştüm :))

Ama arkadaş şunu anladım ki, ayrılıktan daha zor bir şey varsa o da arkasını temizlemek :)
Sil sil bitmiyor..
Fotoğraflar,yorumlar,gidilen mekanlarda check-inler :)
Tam ohh bitti diyorum..
Alakasız bir yerden bir yorum çıkıyor :))

Üzerinden çok zaman geçtiği için sanırım, çoğunu kahkahalarla gülerek okudum..
Çoğunu hatırlamadım bile..
Bazılarına çok şaşırdım..
Sonra karşılıklı ikiyüzlülükleri gördüm..
Her şey nasıl başlamış, nasıl bitmiş dedim..
Zaman nasıl bir şey gerçekten..
Her şeyin üstünü nasıl kapatıyor yavaş yavaş.
Belki de bu kadar beklememin sebebi, tam da bu aşamaya gelmekmiş diye düşündüm..
Maziyi sadece bir film gibi hatırladığın, ama kılının bile kıpırdamadığı bir an..
O kadar yabancı kaldığın an..

Aslında itiraf etmeliyim ki bir araştırma yapmak için açmıştım..
Baktım ki ortalık benim için süt liman, kalsın da annem sevinsin bari dedim :)

Ama bunun bir de eski arkadaşlar boyutu var..
Şu an ölmüş dirilmiş yada gurbetten dönmüş muamelesi görüyorum..
Herkes sen yaşıyor muydun modunda :)
Yahu facebook kullanmıyorum diye ölmem mi gerekiyordu?
Hasta mısınız siz? :)
Zaten siz niye kullanıyorsunuz anlamış değilim.
1 hafta olmasına rağmen acayip sıkıldım ben..
Ana sayfa tam bir çöplük..
Herkes siyasetçi herkes şair..
Özlü sözlerden fenalık geldi..
Akrabaların gereksiz iltifatları da cabası..
Hayır yorum yazmasa olmaz..İlla yazacak..İlla..
Onlar güzelsin maşallah yazmazsa, bir anda çirkinleşeceğim sanki :)

Sevgili arkadaşlarım şimdilik beni her check-in e ekleyebilirsiniz :)
Son 1 senedir ben facede yokum ki deme derdinden de kurtuldum böylece :)
Ama çok alışmayın, beni baydı şimdiden..
Her an yok olabilirim :)

Neyse..
Şimdilik..
tabir-i caizse is back..






2017 Yılbaşı.. Reina..

2,5 aydır nedense elim bir türlü yazmaya gitmedi..
2017 ye yeterince kötü başladığımdan olsa gerek, bir süre o moral bozukluğu ile ortalıkta dolandım..
Sonrasında da iş, güç vs. derken bir bakmışım bloga yazmayalı aylar olmuş..


Yılbaşı için İzmir'den Su geldi..
Kuzenimin davetiyle yılbaşı gecesini geçireceğimiz SuAda'ya gittik..
Zaten giderken de geç kalmıştık..
Saat 22.30 civarı Reina'nın önünden geçerken yığınla polisi gören Su, burası neresi diye sordu?
Reina dedim..
Gece programdan sonra kesin buraya geliriz..Görürsün..

2017'den çok umutluyuz..
2016 zaten benim için süper geçmiş, 2017 de öyle olacak diyorum sürekli..
Konfetiler, şarkılar türküler eşliğinde Cengiz Kurtoğlu ile 2017 yi karşılıyoruz..
Ardından Ümit Besen çıkıyor sahneye..
O arada program bitse de Reina'ya geçsek muhabbeti başlıyor..
Programın son 15 dakikası bir haber geliyor..
Kuzenim kolumdan tutup hemen çıkın buradan diyor..
İlk başta SuAda'da bomba ihbarı var sanıyorum..
O sırada hemen emniyeti arayın Reina çatışma varmış deniyor..
Su ile birlikte ilk tekne ile hemen karşıya geçiyoruz..
Alkol alacağımız için taksi ile gelmiştik..
Ancak hiçbir taksi durmuyor ya da dolu..
SuAda'nın girişinde yoğunluk oluşmaya başlıyor..
Derken Kuruçeşme trafiğe kapatılıyor..
Kuzenim bizi Kuruçeşme Balıkçısı'na aldırıyor..
İçeride bir biz, bir de çalışanlar var..
Camdan olup bitenleri, defalarca git gel yapan ambulansları izliyoruz..
Tam bir can pazarı..
Bir taraftan Su "Bende hata zaten yeni yıla seninle giriyorum, olaysız olur mu hiç?" diye söyleniyor..
Bende içimden "Pes artık diyorum..15 Temmuz'da köprüde önünü kestiler akıllanmadın, yılbaşında yine olayın içine düştün kızım" diyorum..
Bütün gece kavga edenler, polisler, gazeteciler eşliğinde bir arkadaşım gelip bizi alana kadar Kuruçeşme Balıkçısı'nda mahsur kalıyoruz..
Sabaha karşı evime ulaştığımda, yine ölümü teğet geçtiğimin hissi dank ediyor..
Ya saldırı 15 dakika sonra olsaydı.. Kesin bizde ölecektik hissi baskın gelmeye başlıyor..
Birkaç gün sonraki İzmir saldırısı ile iyice depresyon moduna girip 10 gün aralıksız herşeye ağlar bir moda giriyorum..
Teröre lanet olsun.. Nasıl kıyıyorsunuz masum insanlara..
Kaç insanın canını yaktınız..
Daha hangimizin canını yakacaksınız?
Ocak ayı sanki 3 ay sürüyor..
Bir türlü bitmek bilmiyor..

İşte o dönemde de bloga yazmak hiç içimden gelmediği için bir süre buralardan uzaklaşıyorum.
Neyse ki bu kadar ara yeter diyorum..
Ve bugünden itibaren yazmaya devam ediyorum..

2017 berbat başlamış olsa da,
İnanıyorum..
Herşey çok güzel olacak..

tabir-i caizse


17 Aralık 2016 Cumartesi

Bir Damla Gözlerimde..Babam'a..

Ablamın doğumu nedeniyle annem uzun süredir onların yanındaydı..
Babam İzmir'de tek kaldığından olacak ki, sürekli annemi gel artık ben sıkılıyorum diye arayıp duruyordu..Ee annem de n'apsın yeğenim daha bebek dönemiyor..
En sonunda bir gün baktım babam o hiç sevmediği şehre yanlarına gitmiş..
Aslında o zaman anlamalıydım ciddi bir şeyler olduğunu..
Bir süre sonra ablamda doğum izninde olduğu için hep beraber İzmir'e geri döndüler..
Ben kendimi bildim bileli babam hep hastayım dediğinden yine aynı şeydir diye ciddiye almıyorduk..
Normalde dışarı çıkarken bile sağlık karnesini mutlaka yanında taşırdı..
Ev bildiğiniz bir eczane zaten..
Canı sıkıldıkça doktora giderdi..
Ablam doktor olduğu için çok gururlu, beni doktor yapamadığı içinse kızgındı :)
Ama şunun da farkındaydı ki..
Ben onun birebir kopyasıydım..
Bir insanın huyları bu kadar mı benzer..
Özellikle huysuzluğu..

17 Ekim 2010
Babamın bir süredir sızlanmaları devam ettiği için ablamla hastane hastane geziyorlardı..
2 Özel hastane hiç birşeyin yok dese de iyileşmediği için, başta "Asla o hastaneye girmem..Hangi arkadaşım girdiyse kefeniyle çıktı oradan!" dediği hastaneye gittiler..
Akşam işten geldim.Tam arabadan indim telefonum çaldı..
O dönem oturduğum apartmanın geniş mermer bir girişi vardı..
Telefonu açtım..
Ablam..
Gayet soğuk bir ses tonu..
Naber nasılsın? faslını geçtik.
Babamı o hastaneye götürdüm bugün dedi..
Eee dedim? Sessizlik.. Abla? abla? ses yok..
Bir anda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı..
"Babam" dedi.. "Akciğer kanseri son evre..Doktor en fazla 2 ay yaşatabiliriz dedi.."
Türk filmlerinde olurdu böyle şeyler..
Saçmalama Allah aşkına..
Benim o bir bakışı ile yeri göğü inleten babam mı ölecek yani?..
Şaka mı bu?!
O an yer yarıldı içine girdim ne demekmiş öğrendim..
O mermere dizüstü çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım..

Sonraki süreçte her fırsatta İzmir'e gidiyor geliyor.. Babamın yanında hiçbir şey yokmuş gibi doğal davranmaya çalışıyordum.. Ama o yemek yiyemediğinde, su içemediğinde, her geçen gün zayıfladığında bende içten içe eriyordum..
O dönem üzüntüden benim de vücudum bir anda isyan etti ve kollarım bacaklarım yaralarla doldu bir gecede.. Babam gördüğünde çok üzüldü.. Neye sıkıldın bu kadar dedi.. Cevap veremedim..Sen öleceksin ve ben bunu bildiğim halde hiçbir şey yapamıyorum diyemedim..
Telefonumu sürekli yanımda tutuyordum..
Ve her çaldığında zıplıyordum..
Acaba kötü bir haber mi diye..

Babamı en son ölümünden 10 gün önce gördüm..
Hayatımda ilk ve son defa babamla çok farklı bir konuşma geçti aramızda..
Ellerimi ellerinin arasına aldı..
Benim ne kadar güzel ve değerli olduğumu, beni nasıl görmek istediğini anlattı..
Ben o konuşmayı ne zaman hatırlasam şu anda olduğu gibi gözyaşlarıma engel olamam..
Sertab'ın bir damla gözlerimde şarkısında da nerede olursam olayım o anı hatırlarım ve bir damla yaş gözümden akar..

16 Aralık 2010 Perşembe
Hafta sonu İzmir'e gitmek için plan yapıyorum ama bir yandan da işlerim o kadar yoğunki İstanbul'dan da ayrılamıyorum..
Öğlen saatlerinde babamı aradım..O son konuşmamızdı..
Annem aldı telefonu..
Baban sürekli seni sayıklıyor dedi..
Gelse de sarılıp uyusam diyor..
Tamam dedim,geleceğim..

17 Aralık 2010 Cuma
Hani bazı sabahlar bilirsiniz..
O gün kötü bir şey olacak..
Bütün gün dokunsalar ağlayacak modunda ve acayip gergin bir şekilde dolandım ofiste..
Cam kenarında, bütün ekipleri göreceğim şekilde masamın ortaya yerleştirildiği ,
 yaklaşık 300-350 m2 büyüklüğünde açık ofis olarak dizayn edilmiş bir ofiste çalışıyordum.
Bir ara kapıya sigara içmeye çıktım..
O anda acaba babam ölürse, o sırada ben nerede olacağım diye geçirdim aklımdan..
Yerime dönüp oturdum,telefonum çaldı..
Annem.. Hemen gel baban ölüyorrrr diye bağırdı..
Ben o refleksle ofisin sonundaki kapıya koştuğumu hatırlıyorum..
Ablam da bende şehir dışındayız.. Annem tek..
O arada nasıl akıl ettiysem Su'yu aradım hemen.. "Su! hemen hastaneye git..Babama bir şey oldu sanırım..Annem ölüyor diyor ama ölemez.. Git beni hemen ara..Baban yaşıyor de.."deyip kapattım..
Bende bir gariplik olduğunu farkeden ekibimde peşimden koşmaya başlamış bir anda..
Derken ablam aradı.. Babam öldü diye çığlık çığlığa..
Bu sefer ben tekrar masama doğru koşmaya başladım..
Çaresizlik nedir biliyor musunuz?
İşte çaresizlik budur..
O an olmanız gereken yerde olmadığınız için nereye koşsanız fayda etmez..
Bir yere gidemeyeceğimi, yetişemeyeceğimi,artık çok geç olduğunu anladığımda ofisin ortasında dizlerimin üstüne düşüp avazım çıktığı kadar çığlık atmaya başladığımı hatırlıyorum sadece..
Bu nasıl bir acı? Tarif edilemeyen..
Tam 15 dakika sonra Su beni aradı. "Annenin yanındayım. Uçak saatini haber ver seni alandan alacağız" dedi ve kapattı!
Baban yaşıyor demedi!.. Kapattı!..
Ben o gün telefonumun sesini kapattım..
Ve 6 senedir acil bir durum olmadıkça benim telefonum çalmaz..
Hep sessizdedir.

Havaalanından direkt hastaneye gitmek istesem de götürmediler..
Eve girdiğimde babamın boş yatağını gördüğüm an zaman durdu..
Bir süre ağlayamadım..

Ablam Doğu'da görev yaptığı için hemen uçak bulamadı..
Sabaha karşı bir uçakla geldiler..
Hastanenin bahçesine aynı anda girdik..
Ablamla göz göze geldiğimiz anı hatırlıyorum..
İki insanın bir acıyı aynı derecede hissedebileceği anlarda varmış..
Ve o an geldi..
Taşkınlık yapmayacağıma dair söz istediler..
Söz dedim..Sadece bakacağım..
İçeri aldılar beni..
Eskiler hep der.. Birinin gözleri açık gittiyse, biriyle ilgili uhdesi vardır..Ve gözlerini ancak o kapatır..
Babama baktım son kez..Gözleri aralıktı..Ellerimi gözlerine götürdüm..Kapandı..
O anda yer ayağımın altından kaydı..Beni kim nasıl çıkardı oradan hayal meyal hatırlıyorum..
O güne ait hatırladığım başka bir şeyse..
Mezarın başında babamın toprağa verilmesini izlerken, tam kabre yerleştirildiği anda bayılacakken, Su'yun elimi sıkıca sıkması..
İnsan herşeyi unutuyor ama böyle anlarda kimin yanında olduğunu asla ama asla unutmuyor.

Hiç kimse ailesinden birini kaybetmedikçe acı yaşamış sayılmıyor bana göre..
Önceden ne boş şeylere ağlarmışız diyorum..
Ama şöyle bir durumda var ki..
Kaybettiğinin yerine koymaya çalıştığın insan, eğer bu zaafını biliyorsa senin canını daha çok yakabiliyor..
Onu da deneyimledikten sonra bir daha kolay kolay canın falan yanmıyor..
Çünkü kimsenin babanın yerine koyacak kadar adam olmadığını anlıyorsun..

Bir kızın babası gidince hayatından çok şey gidiyor..
En önemlisi onu bu hayatta karşılıksız seven tek erkek gidiyor..
Biri üzdüğünde "Sen kimsin benim kızımı üzüyorsun?" diyecek otoritesi gidiyor..
Çocukluğu gidiyor..
Gençliği gidiyor..
Anıları gidiyor..
Baban ölünce büyüyorsun..
Büyümek zorunda kalıyorsun..
İlk başlarda çok ağır gelen yokluğunu, hatıraları ile doldurmayı öğreniyorsun..

Bugün ben babamı kaybedeli tam 6 yıl oldu..
Akşam yemeklerinde 1 kadeh içip güzel sesiyle şarkı söyleyişini özlüyorum bazen..
Bazen kızmalarını..
Bazen annemin baban duymasın bak! tehditlerini..
Bazen bu kız aynı sana benziyor,huysuz.. dendiğinde babamın bıyık altından gülmesini..
Ona sarılıp kokusunda uyumayı..
Bazen.. bazen..
Bazen değil hep bir şeyleri özlüyorum aslında..

O benim hep eksik yanım olarak benimle yaşamaya devam edecek..
En mutlu günlerimde gözlerim boşluğa bakıp onu arayacak..
Ve belki bir gün o harmandalıyı onun şerefine tekrar oynayacağım..Ağlaya ağlaya..

Seni Seviyorum ve Özledim Baba'm..

17.12.2016









14 Aralık 2016 Çarşamba

Aşk bir hastalık hali..

Genel olarak aşk insanı olmamakla beraber bugüne kadar yaşadıklarım ve etrafımdaki ilişkilerden gözlemlediğim kadarıyla aşk denilen şey tamamen bir hastalık hali..
Grip gibi, zatürre gibi, verem gibi..
Hatta bazıları var ki..
Bildiğin akciğer kanseri..
Her hastalığın başında insanın etrafından gördüğü ilgi hoşuna gider..
Bir süre sonra her şey olağanlaşır..
Başta hoşunuza giden hastalık hali sizi ele geçirmeye başlar..
Yavaş yavaş tükenmeye başlarsınız..
Ben bu hastalıktan sağ salim kurtulmuş çok az ama cidden çok az insan gördüm..
Kimi hafif bir grip gibi atlatır..
Sonra yeniden denemek ister..
Kimisi de bir akciğer kanseri gibi atlatamaz..
Ve bütün kapılarını kapatır..
Ama sonuç hiç değişmez..
Bünye bir kere hasta olduysa ya da en azından yanına bile yaklaştıysa kendini savunmaya alır..
Önceki hastalığından ya da hastalıklarından edindiği tecrübeleri uygular..
Sıkı giyinir, cereyanda kalmaz..Vitamin alır, yediklerine dikkat eder ya da mezar yeri bakar :)
İşte aşkta aynen böyle bir şey..
Bir insanın bir kere canı yandıysa bir sonrakinde hep önlem alır..
Ama aslında hep unuttuğu bir şey vardır..
Peki sen bu önlemleri neye karşı alıyorsun?
Nereden biliyorsun karşındakinin başından geçenleri, ne hissettiğini..
Ya sen sadece grip olup karşındaki zamanında verem olmuşsa?
Ya sen verem olup karşındaki sadece griple atlatmışsa..
Ya karşındaki akciğer kanserinden ölmüş ama aslında yaşıyor numarası yapan biriyse?
Herkes kendini korumaya çalışırken aslında yanlış tedavi yöntemleri kullandığını bilmez..
Açık olun..
Ben öldüm zaten zamanında beni öldüremezsin deyin..
Ya da ben ölmedim hiç, beni öldürme deyin..

Hayatın bize yaşattığı şeyleri artık değiştiremeyiz..
Ama zamanında başkalarının yaşattıkları şeyler yüzünden bizim de başkalarının canını yakmaya hakkımız yok..
Dürüst olduğumuz ölçüde, hayat bize karşılığını verecektir..
Senin canın çok yandı diye benim canımı yakmaya hakkın yok..
Benim canım çok yandı diye, senin canını yakmaya hakkım yok..

Oyunlar, entrikalar, taktikler için bir çoğumuz çok yaşlı ve yorgunuz..
Bu enerjiyi illa bir ilişkiye harcamak zorunda da değiliz..
Kendi mutluluğumuza harcasak?
Ben son 1 yılda gördüm ki..
İnsan aslında en çok kendi ile mutlu..
Kendinizi seviyorsanız mutlaka bir çift olmanıza gerek yok..
Ya da bir çift olmak için hastalıklı bir ruh haline bürünüp adını aşk koymanıza gerek yok..

Ben hastalığımın farkına vardığımda evimin çok uzaklarındaydım..
Bir tatil beldesinde, bir kavga sırasında, gözümden yaşlar süzülürken önünde durduğum bir hediyelik eşya dükkanının kapısındaki boy aynasında kendimi gördüm..
O görüntüyü hayatımın sonuna kadar unutamam..
Hayatımda gördüğüm en hasta kadın vardı o aynada..
Akciğer kanseri son evre..
Ölecek yakında, hatta ölmüş..
Ve iyileşeceğime, ölsem de yeniden doğacağıma söz verdim..

Ve ne zaman biri bana elini uzatsa, ben o aynadaki kadını görüyorum tekrar..
Ama onun acısını bana elini uzatandan çıkarmıyorum..
Korkarsam..Dönüp gidiyorum..
Sadece o hale bir daha gelmeyeceğime emin olduğum insanla kalacağım..
Ve onunla, aynı ülkede, aynı aynaya tekrar bakacağım!

tabir-i caizse..



3 Aralık 2016 Cumartesi

Lo Ekip Survivor..

Lo Ekip ile 1 Mayıs'taki kısa Sakız tatili sonrası hemen yaz tatili için program yapmaya karar vermiştik zaten..
Benim dışımda herkes İzmir'de yaşadığı için, benim de online olarak katıldığım birkaç toplantı sonrası yaz tatili için güzergah kararı verildi..
Bu yaz ekiple Nice-Marsilya arası "Cote D'Azur" tatili yapılacak..
Oz,Deniz ve Amelie Haziran'ın ilk haftası İznik'e İzmir Kürek ekibi ile kampa geldiklerinde bende İstanbul'dan koşup gidiyorum..
Keyifli bir hafta sonu geçirirken, ekiple telefonlaşıp Ağustos ayı için Nice gidiş Marsilya dönüş uçak biletlerimiz alınıyor..
İlk firemiz Oz oluyor..
Gideceğimiz tarihler onun işlerinin en yoğun dönemine denk geldiği için ilk o eleniyor..
Kaldık 5 kız 1 erkek..
Uçak biletlerimiz hazır..Konaklama araştırmaya başlıyoruz..
Nice'de 4 gece Marsilya'da 3 gece kalacağımız evlerimiz kiralanıyor..
Nice'deki ev sahibi üzerine baya uzun geyikler dönüyor :)
Chris i damat alacağız.. Köy düğünü yapacağız.. :)
Rotamız belirleniyor..
Nice-Monaco-Monte Carlo-Ez Village-Cannes-St Tropez-Marsilya..
Altını üstüne getireceğiz Güney Fransa'nın :)
Bizim planlarımız yapılmaya devam ederken tatile 1 ay kala, hooop ülkece o talihsiz 15 Temmuz'u yaşıyoruz..
Zaten birkaç gün önce de Nice'de terör saldırısı oluyor..
Uğursuzluk bizde mi acaba diye düşünmeye başlıyoruz..
Moraller gayet bozuk..
Mod düşürmek yok diye gaz verip araya bir hafta sonu Ayvalık tatili alıyoruz..
Oz,Deniz,Amelie ve ben Ayvalık'ta buluşuyoruz..
Oz gelirken kankam Su'yu da kapmış gelmiş..
Ayvalık'ta yazlıkta olan Ateş ve eşi de bize katılıyor..
Keyifli bir hafta sonunun ardından Ateş'in eşi ile İstanbul'a dönüyorum..
Tatile kaldı 1 ay..
Planlar kesinleşmeye başlıyor..
Amelie bu konuda çok titiz..
Her güne ayrı program yapıyor.. Gezilecek yerler, mutlaka gidilmesi gereken yerler, restaurantlar.. Nereden nereye nasıl gideriz? Araba mı kiralamalı toplu taşıma mı? Son haftalar hayatımız Fransa tatiline endeksli konuşmalarla geçiyor..
Tatile 1 hafta kala 2. elenen isim Gonca..
Gonca avukat ve o dönem bir müvekkili için İzmir'de olması şart..
Ahh yaa, vah yaa diyerek listeden Gonca'yı da çıkıyoruz..
Tatile 2 gün kala..
Deniz vizem yetişmiyor diyor..
Nasıl yaaa diyerek..3.elenen isimde O oluyor..
Kaldık mı 4 kişi..
Ve aylardır beklediğimiz o gün geliyor..
Bizimkiler sabah uçağı ile İzmir'den gelecekler..
Uçak öğleden sonra ama bende erkenden alana gideceğim.
Lounge da takılırız diyoruz..
Sabah herkes birbirini arıyor..
Aman uyuyup kalıp elenen olmasın..
Bir ara Arzu diyor ki Kaldırım Gülü'ne ulaşamıyorum..
Aman Allah'ım uyanamazsa elenir geyiği yapıyoruz..
Sabah 8 gibi alanda buluşuyoruz..
Amelie doktor olduğundan aramızda tek yeşil pasaportlu o..
OHAL zamanında olduğumuz için yaklaşık 2 saat kadar çıkış işlemleri için koşturuyor alanda..
Her şeyi halledip yanımıza geldiğinde Oh bee diyoruz.. Gidiyoruz artık..
2-3 saat lounge da sohbet,muhabbet şeklinde geçiyor..
Arada da "off Gonca yaa Off Deniz yaa" nasıl gelemezsiniz diye dertleniyoruz..
Tam survivor olduk..Dönüşte Kıbrıs'ta büyük final yapalım bari diyoruz..
Birer kadeh daha içiyoruz :)
Uçak saati geliyor..
Uçağa binerken tekrar pasaport kontrolü var..
İlk ben geçiyorum..
O sırada kankam Hava ile telefonda konuşuyorum..
Bakıyorum arkamdan gelen yok..
Bizimkiler hosteslerle hararetli bir konuşma içinde..
Kapat diyorum, ben seni inince arayacağım..
Yanlarına gidiyorum..
O sırada hostesin elinde Arzu ve Amelie'nin pasaportu var..
Sizi bu uçağa alamam diyor..
Nasıl ya deyip muhabbete atlıyorum hemen..
Meğer Amelie'nin pasaportunun bitmesine 83 gün kalmış..90 gün olmadığı için alamayız diyor..
ama o yeşil pasaport zaten vize sorunu yok, hem sabah vize kontrolde niye söylemediler ki diye ardarda 100 şey söylesek de yok..
Amelie resmen uçağın kapısında eleniyor..
Hepimiz şoktayız..
Halimize gülsek mi ağlasak mı bilemiyoruz..
O sırada bir görevli sizde acil uçağa gitmezseniz burada kalacaksınız diyor..
Amelie'ye sarılıyoruz..
Sanki Amerika'ya gidiyorum da bir daha dönmeyecekmişim gibi bir vedalaşma anı..
Arzu, Amelie'ye sarılıp "Üzülme sende burada elendin, Kıbrıs'ta büyük finalde görüşürüz artık" diyor..
Kopuyoruz.. :)
Uçağa biniyoruz..
Amelie,Arzu ve ben yan yana oturacaktık..
Boş kalan yere Kaldırım Gülü geçiyor..
Yol boyunca Amelie kaldı ya havaalanında deyip, sanki ilk defa duyuyormuş gibi hayıflanıp kadeh tokuşturuyoruz..
Amelie'nin hazırladığı tatil notlarına bakıp bakıp tühh yaa diyoruz sürekli..
Ve yaklaşık 3-4 saatlik yolculuğun ardından denizin üstündeki Nice havaalanı göründüğünde diyorum ki..7 kişi çıktığımız yolu 3 kişi bitirdik..Bakalım bu tatilde neler olacak? :)
Uçağın tekerlekleri yere değdiğinde geride kalanlara hüzünlenerek hayatımızın en güzel Lo Ekip Survivor tatiline 3 kişi olarak başlıyoruz..
Ben,Arzu ve Kaldırım Gülü..
Güney Fransa'yı karış karış geziyoruz :)

Cote D'Azur..
Mutlaka görülmeli..
Bir başka yazıda ayrıntılarını anlatacağım :)





2 Aralık 2016 Cuma

15 Temmuz.. Kara Gece..

Bayram tatili yeni bitmiş..
İzmir'den yeni dönmüşüm..
İlk hafta.. dolayısı ile yoğun geçmiş..
Ramazan ayında tüm etkinliklere ara vermiş olduğumuzdan, bayram sonrası hemen hafta sonu programı yapıldı..
Cuma akşamdan Avrupa yakasına geçeceğim..
Güneş ile Bodrum'dan beri görüşemedik..
Cuma akşam yemek,muhabbet takılırız diye program yapıyoruz..
Cumartesi de Silivri'ye teyzemin yazlığına geçeceğim..

Ağustos ortası Fransa tatiline gideceğiz ekipçe..
Nedense twitter da başkonsolosu takip ediyorum..
Zaten tatil Nice'den başlayacak..
Hooop Nice'de terör saldırısı..
Lo ekip uğursuzluğu başlıyor..
Hakkımızda hayırlısı diyorum hep..
2-3 gün önce Fransa Konsolosluğu birkaç günlüğüne kapattıklarını duyurunca bütün aileye evden sakın çıkmayın diye tembihleyen ben, Cuma akşamı trafik biraz azalsın öyle geçerim diye evde oyalandıktan sonra, saat 20.00 da Ataşehir' den depomu da fullleyip hayatımın en unutulmaz köprü yolculuğuna doğru yola çıkıyorum..
Çıkmadan Güneş arıyor sürekli "Hala çıkmadın mı? Şarapları buzluğa attım.. Köprüde haber ver eti fırına atacağım.."şeklinde..
Ben nedense oyalanıyorum..
Başıma bir gelecek var belli..
Kader..
Tam o an orada olmam lazım çünkü..
tabir-i caizse..bunu da yaşamalıyım çünkü..

İnanılmaz bir trafik var..Resmen akmıyor..
Saat 21.30'da Boğaziçi Köprüsü'ne geliyorum..

Trafik durdu..
Önümde sadece 3 sıra araba var..
Ama köprüde bir şey var..Gidemiyoruz..
Köprü kapatılmış diyorlar..
Herkes arabalardan indi..
Normalde arabada sigara içmek gibi bir huyum yok ama o kadar sıkılıyorum ki camı açıp bir sigara yakıyorum..
Bir yandan snap atıyorum..Bir yandan telefonla konuşuyorum..
Bir terslik var..
O an diyorum ki.. Millete evden çıkma diye tembihledin.. Burada kesin başına bir şey gelecek..
Sosyal medyada, haberlerde hiçbir bilgi yok..Zaten sonradan anlıyorum ki.. İlk haber sanırım benden çıkıyor.
İstanbul yol durumu için twitterdan bilgi aldığımız Murat Kazanasmaz'a tweet atıyorum..
Gelecek cevabın intihar vakası ya da bomba ihbarı olacağını sandığım anda olan oluyor..
2 köprünün Anadolu Avrupa geçişi kapatıldı haberi geliyor.
Buraya kadarmış kızım, burada bir şey olacak diyorum..
Kabus başlıyor..

Önce dikiz aynasından koşarak öne doğru gelen askerleri gördüm..
N'oluyoruz ya demeye kalmadan..
"Binin arabalara herkes evine dönecek!" diye bağırmaya başladılar..
Bunlar asker olamaz, kesin terörist..Işıd mi acaba diye kafamdan binlerce şey geçmeye başlıyor..
O sırada dışarıdaki insanlar arasında fısıltı başlıyor..
"Beylerbeyi Orduevi'nde polis askerin üzerini aramaya kalkmış bunlarda ayaklanmış" diyor birkaçı..
Ben etrafta olanları anlamaya çalışırken 2-3 asker geliyor yine..
Birkaç polis görüyorum arada..
Neden müdahale etmiyorlar bu manyaklara? Ciddi mi acaba bunlar? diye düşünüyorum..
"Dönün geri..Darbe oldu!" diyor askerler..
Darbe mi?  Şaka mı bu? Kameralar nerede acaba? Ülke gündeminde bilmediğimiz ne var ki? diye düşünürken asker sayısı artmaya ve darbe kelimesi çok sık söylenmeye başlıyor..
Ayrıca nasıl döneceğiz..Arkadaki trafik Ataşehir'i bile geçmiştir..
Geri geri gidecek halimiz yok ya..
Kapana kısılmış gibi bekliyoruz..
Hemen bir tweet atıyorum..
İnstagram'a da bir foto.. Bilen varsa yazsın diye..
Ne darbesi ya bunlar darbe diyor diye..
Sonra annemi arıyorum..
Muhtemelen şu an canlı yayında olmalıyız diye düşünüyorum çünkü..
Ayrıca ölürsem son kez konuşmuş olalım..
Anne ben iyiyim diyorum.. Eee bende iyiyim diyor :)
Anne köprüdeyim ben, darbe olmuş diyorum..
Saçmalama yahu! Ne darbesi yanlış anlamışsındır sen diyor..
Allah'ım öleceğim burada annemle son telefon konuşmamıza bak..
Derken havaya ateş açılıyor..
Dışarıda gezinen herkes koşarak arabalarına biniyor..
Bir anda silahlar bize dönüyor..
Hayatımda ilk defa ölüme çok yakın olduğumu hissediyorum..
Ama biliyorum ki burada ölmeyeceğim..
Şimdi olsa hissederdim..
3 kişinin vefat ettiği, 2 kişinin aylarca yoğun bakımda kaldığı kazadan tek çizik almadan çıktım ben..
Bu savaş alanında da bana bir şey olmayacak..
Ama hayatımda ilk defa korktuğumu hissediyorum..
Sıcak bir yaz gecesinde,buz kesiyorum..

Dönüş yolundaki bariyerler yıkılıyor..
Bizi ters şeride yönlendirip "Evinize gidin, kimse evden çıkmayacak!" diye bağırıyorlar..
Hayatımın en unutulmaz anlarından bir tanesi..
Sanki bir savaş filminin ortasına bir anda atılmış figüran gibi hissediyorum..
Araba kullanıyorum ama nasıl kullandığımı bende hatırlamıyorum..
Kendimi otomatiğe alıyorum resmen..
Bu bir kabus olmalı diyorum..
En önlerde olduğum için ilk dönenlerden biriyim..
Sonrası malum..
Tanklarla insanların üstüne çıkılıyor.. İnsanlar kurşun yağmuruna tutuluyor..

Yolda dönerken kimi arasam haberi yok..
Herkes benimle dalga geçip, deli muamelesi yapıyor..
Eve geliyorum..
Sitenin güvenliğine siteden çıkanlara söyle diyorum..
Olur mu öyle şey.. Siz yanlış anlamışsınız diyor..
Yolacağım saçımı başımı..
Kimse inanmıyor.. deli muamelesi görüyorum..
Ta ki TRT'de bildiri okunmaya başlayana kadar..
Sonrasında telefonlarım susmuyor zaten..

Kuzenim arıyor..
Junior'um benim..Kız kardeşim gibi..
Hemen bize gel diye..
Başta hayır desem de evde su bile yok..
Bu manyaklar ciddiyse ölürüm bu evde diye çıkıyorum evden..
Bir yandan da tırsıyorum..
Bir çıkıyorum her yer insan..
E5 te trafik durmuş..Herkes sokaklarda...Ellerde Türk bayrakları..
Tüm marketler, benzin istasyonları, bankamatikler insan dolu..
Gece sabaha kadar kara haberleri izliyoruz..
Bizim Junior bi ara uyuyakalıyor..
Ben eşiyle nöbete devam..
Alçak uçuş yapan F16 ların bomba etkisi yaratan sesiyle bir anda ev patlayacak sanıyoruz..
Junior uyandığı gibi koşup bana sarılıyor :)
Kızım gidip kocana sarılsana diyorum..
Sinirlerimiz o kadar bozuk ki.. Arada gülüyoruz..
Sabaha kadar F16 ların patlama sesleri devam ediyor..
Sürekli ben oradan nasıl çıktım diye düşünüyorum..
Meclis bombalanıyor..İçimden bir şeyler kopuyor..
O.Ç.larıııı siz benim meclisimi nasıl bombalarsınız diye küfrediyorum içimden sürekli..
İnsanlarımız vuruluyor..
Acımız büyüyor..
Sabah yüzlerce şehit vermiş bir ülkeye uyanıyoruz..
Çok yazık.. Çok..
Vatan hainleri bunun hesabını nasıl verecek hala düşünüyorum..

15 Temmuz gecesi "birlikte güzel" olduğumuzu dünyaya bir kez daha ispatlıyoruz..
Darbe girişimini sokağa çıkarak durduran tek millet olarak da tarihe geçiyoruz..
Biz Türklerin en sevdiğim özelliği..
Tehlike anında gözümüzün karalığı..
Biz doğuştan savaşçı bir milletiz..
Görüşümüz ne olursa olsun..
Bu vatanı bölecek her haine karşı tavrımızın aynı olacağına da inanıyorum..

Sonrasında arkadaşlarımın yorumları aynı..
Ah be kızım..
Bu haberi de ilk senden aldık ya daha da bir şey demiyoruz :)
Olaylar mı beni ortasına çekiyor, ben mi olaylara koşuyorum bilmiyorum ama..
İnsanın hayatındaki en zor durumlarda, beklediği kişiden nasılsın sorusunun gelmemesinin ne demek olduğunu iyi biliyorum..
Ve ben bu tip durumlarda, zamanında altını çizdiğim kişinin direkt üstünü çiziyorum.



15 Temmuz 2016.. Saat 21.45..
Köprüde beklerken çektiğim bir foto..
ve attığım ilk tweet..


Bu da olaylar sonrasında sürekli whatsapp'tan gelen şurada bomba var burada bomba var mesajlarına sinirlenip o dönem Fransa İstanbul Başkonsolosu olan Muriel Domenach'a direkt yazdığım ve cevap aldığım tweet..
Bu tip olaylarda gaza gelmemek ve emin olmadığınız bilgileri yaymamak önemli..
Halkı saçma şeylerle gaza getirmeye çalışanların ekmeğine yağ sürmeyin lütfen..

23 Kasım 2016 Çarşamba

Bodrum Bodrum..

Biz İzmirliler için 2. plandadır..
Bizim göz bebeğimiz Çeşme'dir çünkü..
Bodrum 2. sırada yer alır..
Ama her yaz mutlaka uğranır..
Biraz denizzzz,birazzz uyku...
Bütün isteğim buydu..
Bodrum Bodrum.. denir :)

Bu sene yoğun seyahatlerimin arasında Güneş aradı..
Üzerinde çalıştığı projesi için bir süre Bodrum'da olduğunu ve müsaitsem beni de beklediğini söyledi..
Peki tabir-i caizse ne yaptı..
Hemen Google-THY enter :)
Biletler alındı. Güneş'in kaldığı otele bana da rezervasyon yaptırdı derken ben yine bir Cuma akşamı 2016 Yaz Türkiye sezonunu Bodrum'da açmak üzere yola çıktım :)
Havaalanında bir ara terasa çıkayım dedim..
Birinin bana baktığını hissettim..
Yok artık dedim..
Evlenmemiş miydi bu?
Eşi nerde ki ?
Kesin aynı uçaktayızdır bir de bununla ister misin! diye düşünürken, O, eşi ve ben aynı uçaktaydık :)
Gördüğüm andan itibaren bana bir gülme krizi geldi..
İnşallah yanlarında oturmadığımı umarak o uçağa bindim..
Evet yaz sezonunun bu kadar olaylı geçeceğinin ilk sinyalini de orada almış oldum..

Rötar vs derken Güneş'in kaldığı otele ulaştım..
Ne zamandır görüşmüyorduk..
Hooop dedikodular, hikayeler başladı..
Anlatılan hikayelere benim yorumlarım biraz acımasız olsa da, Bodrum tatili benim öngörülerimin gerçekleşmesi ile bitti ne yazık ki..
Hava yağmurlu olduğu için deniz faslını es geçip kendimizi gezmeye verdik..
Yalıkavak senin, Gümüşlük benim şeklinde..
Güneş 'in hikayesi ile ilgili ilk öngörüm tuttuğunda oteldeydik..
Kalk,kalk,kalk dedim..
Çıkıyoruz..
Oturup ağlayacak değiliz ya..
Oturduk bir bara..
1,2,3 kadeh derken ağlanarak bitirilmesi gereken bir geceyi biz kahkahalarla bitirmiş olduk..
Bir ara mekanın işletmecisi geldi yanıma..
Niye içirdin kıza bu kadar dedi..
Eee kendini aşık sanıyor çünkü dedim :)
Kaldı mı ya böyleleri dedi..
Kaldı kaldı dedim.. Ama bu da geçer :) Aramıza hoşgeldi..
Bak ağlamıyor en azından gülüyor :)
Akıllı sarhoşluk cennetin provasıdır sonuçta..
Sonra bütün gece şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı şeklinde örnekler verdim..
Sabah uyandığımızda her şey daha eğlenceli bir hal aldı..
Çünkü Güneş'in çakır keyif olduğu anlarda ben hem iş bağlantısı için mekan sahibinin numarasını telefonuna kaydetmiştim..hemde biz otururken mesaj atan eski hayranlarının birkaçına cevap yazdırmıştım :)))
Sabah uyandığımda elinde 2 telefon mesajlara yetişmeye çalışırken, göz göze geldik..
"Eee günaydın o zaman" deyip içimden "Ardından ağlayan o kız nerede şimdiiiii, gel gör beniiii!" şarkısını söyleyerek kalkıp, hazırlanmaya gittim :)

Yalıkavak'ta dolaşırken bir anda yağmur bastırınca etrafı açık,inşaat halindeki bir çay bahçesinin çatısının altına sığındık..
O sırada bende telefonumdan bir şeylere bakıyorum..
Arkamızdan bir ses geldi..
Pardon bakar mısınız? diye
Döndüm..
50 yaşlarında bir amca..
Buyrun dedim..
Sizinle arkadaş olabilir miyim? dedi..
Ben o şokla önce etrafa bir baktım.. Bağırsam yetişecek kimse var mı diye..
Sonra adama dönüp hemen kaybolmazsan polisi ararım dedim..
Adam kayboldu..
Güneş ile birbirimize bakakaldık..
Sonra gülmeye başladık..
Bu nasıl bir manyak ya..özgüvene bak..
Bizimle arkadaş olacakmış..
Çocuk parkındayız sanki..

Hafta sonu yemekler, sahilde kahveler, akşamları kadehler şeklinde bol muhabbet ile geçti..
Pazartesi sabaha karşı İstanbul'a dönmek üzere yola çıktım..
Güneş bir süre daha işleri nedeniyle kalacaktı..
Dönerken tembihlerim anne modunda..
Kural 1-O telefondan uzak dur.
Kural 2-Acil durumda beni ara :)

Sabah 05.30 uçağında bilin bakalım yine kiminle döndüm :)
Kader işte :)) Adamın kaderinde o stressi bir kere daha yaşamak varmış :)

Bu yaz 2 kere daha gittim Bodrum'a..

Ha bu arada..
Hıdırellez dileklerimi bu tatilde suya atmıştım..
Üzerinden aylar geçti..
Hepsi tuttu..
Sadece ufak bir ayrıntıyı atlamışım..
O yüzden hepsi boşuna tutmuş oldu.. :)
Yani...Ne istediğinize dikkat edin,gerçekleşebilir..



Beni Bayıltın Yaaaa!

Üniversite yıllarında yazın İzmir'e gittiğimde Su'yun evinde çok zaman geçirirdik..
Şimdi düşünüyorum da ne işimiz varmış İzmir'de bas git yazlığa..
O zamanlarda bir garipmişiz demek ki :)

Bir gün Su, ben ve birkaç arkadaşımız otururken konu erkeklerin askerlik hikayelerine geldi..
Askerlik hikayesi derken zaten bir tanesi askerlik yapmış..
O anlatıyor bizde mecburen dinliyoruz..
Bir de komando olarak yapmış ki..
Hikayeleri bitmiyor..
Bir ara o kadar sıkıldım ki "Beni bayıltınnnn yaaa" diye ayağa kalktım..
Demez mi biz askerde onu da öğrendik diye :)
"O zaman bayılt beni daha fazla dayanamayacağım bu hikayelere" diye dalga geçerken iş ciddiye bindi..
Cidden hayatımda hiç bayılmadığım için nasıl olduğunu da merak ediyorum..
Uzmanımız hemen başladı uygulamalı anlatmaya..
Beni bayıltacak ya..
Şunu yap bunu yap diyor..
Ben yapıyorum ama arada da kahkahalarla gülüyorum..
Tabi ki sonuç başarısız oldu..
Bir ara mutfağa gittim.
Eşek şakalarına bayılırım..
Hemen Su'ya seslendim.. Planı uygulamaya koydum..
"Ben şimdi onun yaptıklarının aynısını sana yapacağım ve sen bayılacaksın. Ayılma da hemen korksunlar" dedim..
Salona geçtik..
"Sen beni bayıltamadın ama ben Su'yu bayıltacağım, görürsün" diye ayağa kalktım..
Su'yu da ayağa kaldırdım..
Boş bir alana çektim..
Bayılacak ya sözde etrafa çarpmasın..
Su ne desem yapıyor..
Son aşamada Su'yun şah damarına dokunduğumda bayılması gerekiyor..
Ve o aşamaya geldik :)
Kendimden gayet emin Su'yun şah damarına bastırdım.
Yavaş yavaş kollarımın arasına düşecek gibi oldu, ki o anda vay beee hatuna bak iyi oyuncuymuş diye düşünürken,
Su bir anda yığıldı ve gümmmm diye bir sesle kafayı parkeye vurdu :)))
O sesi duyana kadar ben oyun zannediyordum..
Gözleri açılıp kapanmaya başladı..
Bir taraftan gülme krizine girdim..
Bir taraftan da "ama gerçekten bayılmayacaktı ki" diye söyleniyorum..
Bi ara ambulans mı çağırsak diye düşündük..
Durduk yere kanka katili edecek beni şapsik.. Ben babasına ne hesap vereceğim diye de düşünüyorum tabi ben :))
Su'yu ayıltmamız yaklaşık 10 dakikamızı aldı..
Herkes bize çok sinirlendi..
Böyle şaka mı olur diye..
Evden giderken de tembihleyen tembihleyene.. Sakın birbirinizi bayıltmayın diye :)

Sonra ertesi gün İlahi adalet işledi..
Ben hiç bayılmadım diye sayıklıyordum ya..
Su'yun evinden dönerken otobüste bayılmışım :)
Şükürler olsun..the bucket list -1 daha ;)

15 Ekim 2016 Cumartesi

Seni Tanrı Bile Affetmeyecek..

Uzun bir yazı yazıp sildim..
İçimden söküp attıklarım,
Gece yarıları kabuslarla yataktan fırladığım,
Sabahları gözümü açtığımda hıçkırarak ağladığım,
Tek bir cümlenin beynimde yankılandığı günler için..
Bir şarkı  ekleyip gideceğim..
Siz okumasanız da olur..
Ben kimin okuyacağını biliyorum..
15 Ekim..
Seni Tanrı Bile Affetmeyecek..





9 Ekim 2016 Pazar

İmkansızdık..

Her şeyin yavaşça durulmaya başladığı zamanlardı..
Dalgalı denizlerim kendini durgun denizlerinin sakinliğine bırakıyordu sanki..
Bir tesadüf ile yollarımız kesişti..
Bir tesadüf bizi aynı yere attı..
Farklı yerlerden, farklı ortamlardan, farklı dünyalardan, farklı acılardan nasıl olduğunu hala anlayamadığım bir şekilde O'nun hayatının orta yerine düştüm..
İlk defa kontrolün bende olmadığı bir yerdeydim..
Ben, beni kontrol edemiyordum..
Farklı bir gezegene bir hafta sonu yolculuğu gibi oldu..
Ve ben o yolculukta ben değildim..
Kendi dünyama geri ışınlandığımda bunun bir şaka olduğunu sandım bir süre..
Olmaması ne kadar imkansız şey varsa olmuştu..
Kimdi oradaki tabir-i caizse?
Ve bu imkansızlığı uzun süre anlamaya çalışsam da anlayamadım..
Ne olmuştu?
Neden olmuştu?
Bu nasıl bir şakaydı?

Yok saymak benim doğamda vardır..
Başedemeyeceğimi anladığım şeyleri yok sayarım.
Ben bu imkansızlıkla baş etmek için çok yorgundum.
Ben kendimi anlatmak için çok yorgundum..
Gördüğü gibi kalmak en doğrusuydu..
Bu bir rüyaydı, gerçek değildi dedim.
Ve kapattım.

Aradan geçen günlerde ,bunun kapanmasına izin vermedi..
Bilerek ya da bilmeyerek..
İsteyerek ya da istemeyerek..
Bir şey yapmadı..
Bir şey yaptı..
Bir şey yapmayarak, bir şeyler yaptı..
Sakinliği, iyiliği, bazen hiçbir şey yapmadan orada durması, bazen sinir bozması,ama sürekli uzaktan izlemesi.. göndermeleri, göndermemeleri, umursamaz görünüp her şeyi bilmesi, ama aslında benim hakkımda hiçbir şeyi bilmemesi..

Ben gerçeğin tek olduğuna inanırım.
Süt beyazdır, kömür siyah..
Hiçbir gerçek hiçbir insana göre şekil alıp değişmez..
Aynı insanların değişmediği gibi..
Kim olduğunuzun bir önemi yoktur..
Bir insan bir şeyi gerçekten istiyorsa, onu yapmak için mutlaka bir yolunu bulur..

Benim hayatımda grilere yer yoktur..
Arada kalan şeyleri sevmem..
Beklemeyi sevmem..
Aklımın karışmasını sevmem..
Çocukken bile gerçekten istediğim şeyi "sadece 1 kere" söylerdim.İkincisi asla olmazdı..
Ya hep, ya hiçciyim ben..

Net insanları seviyorum! Brüt olunca aklım karışıyor.. :)
Bir insanın gerçekten söylemek istediği şeyleri söylememesini anlamıyorum..
Oyunlardan,taktiklerden, göndermelerden nefret ediyorum..
Bir konu üzerine çok düşünmeyi sevmiyorum..
Hayatın sürüklediği noktalarda en iyisini yaşamak, en huzurlu anı seçmek için dolanıyorum..
İçinden çıkamadığım durumlarda üzülüyorum.
Ve üzülmeyi sevmiyorum..
Yeterince üzüldüğüme inanıyorum çünkü..
Fazlasını istemiyorum..

Ve ben aklımın karıştığı noktalarda gidiyorum..
Eğer bakmazsam, görmeyeceğimi biliyorum.
Evet,
Benim tek sarhoşluğum..
Ben gidiyorum..

Ekim 2016




5 Ekim 2016 Çarşamba

Aşk Bitti..

Ben hiç aşk insanı olmadım,olamadım..
Genel olarak yapım çok sevgiye müsait değil zaten..
Öyle herkesi seviyorum, dünya güzel, insanlar güzel saçmalığına inanmıyorum..
Sevdiklerimi çeker çıkarır, gerisini çöp sayarım..
Sevdiğim insanları çok sever, sevmediklerime hayatı zindan ederim..
Bunu sözle falan yapmama da gerek kalmaz..
Yüzümden okunur..
Hoşlanmadığım hiçbir şeyin suratına dahi bakmam..
İnsan, hayvan, eşya,çocuk,elbise,bina vs vs..
Sevdiğimi de alır baş köşeye oturturum..
Hep gözümün önünde olsun isterim..
İnsanlara ısınmam çok zor olmakla beraber, soğumam ışık hızında olur..
Kredisi sonsuz birkaç kişi dışında hayatımdaki herkesin üzerine tek kalemde çizik atabilirim.

Bir de bunun aşk boyutunu düşününce, düşündüklerim tam da korktuğum gibi oldu..
Hayatımda "O" hatayı bir kere yaptım..
Bir daha da yapmayı düşünmüyorum demeyeceğim..
Bir daha olmamasını diliyorum sadece.
Ama bu bir döngü..

Ben aşkla hayatı güzelleşen çok az insan gördüm..
İlk günler çiçekler böcekler şeklinde, bahar havasında geçen günlerin şaşmaz bir sırayla önce sonbahara, sonra kara kışa döndüğünü çevremdeki ilişkilerde de çok izledim..
Hele bir de dış faktörler etkinse "Cehenneme Hoşgeldiniz" :)
Nikahlarda Evettttt diye çığlık attıklarında,içimden "Hııı hııı evett :) göreceğiz 2-3 seneye derim"
Hiçbir şey olmasa bile monotonlaşan evliliklerinde yok olup giderken insanlar, aşktan değil sadece alışkanlık ve ortak sorumluluklarından dolayı devam ettiriyorlar evliliklerini..
Çok cesur olanlar ayrılıyor..
Ayrılık bir kurtuluş mu hayır..
Sonuçta bu bir döngü..
Bir gün bir yerden, farklı bir boyutta tekrar dahil oluyorsun sisteme..
Sadece önceki ilişkilerin hangi rolde devam edeceğini belirliyor..
Canı yanan mı? Can yakacak olan mı?

Aşk için çıldıran yakınlarıma anlam veremiyorum çoğu zaman..
Neden mi? Eğer biterse, ki genelde biter..

Sadece ortalamada 3 ay ayakları yerden kesilecek diye, (ki bu bile çok az kişiye nasip olur, öyle herkes herkesin ayağını yerden kesemez,kimi zaman 3 ay bile sürmez) sonrasında çekilecek acıya,
Sizi en sevdiğini sandığınız insanın aslında sizi hiç sevmemiş olduğunu,
Aslında aşk sandığınız şeyin karşılıklı ego tatmini olduğunu anlamaya,
Yüzünü ezbere bildiğiniz insanı zamanla flulaşan bir görüntü ile hatırlamaya,
Kıskanıyor çünkü beni seviyor diye avutmalarınızın, karşınızdakinin kendine özgüven eksikliği olduğunu,O beni kıskanıyorsa bende onu kıskanırım diye sidik yarışına dönüştürdüğünüz ilişkinizin aşk değil de bir girdap olduğunu  farketmeye,
Sokağın, marketin,ofisin, arkadaşlarınızla eğlenmeye gittiğiniz barın ortasında birden hıçkıra hıçkıra,Trafikte dörtlülerinizi yakıp arabanızı emniyet şeridine çekip katılarak,Güle oynaya en sahte maskenizle evinizin kapısını açtıktan sonra sokak kapısının arkasına oturarak saatlerce,Bir saksıya, bir fotoğrafa, bir nota bakarak sabaha kadar ağlamanıza,
En alakasız ortamlarda, en alakasız muhabbetlerde sadece onu hatırlatacak tek kelimede paralel evrene geçmenize,
Evlere, şehirlere sığamayıp sürekli elinizde bir bavul oradan oraya koşturmaya,
Nefessiz kalsanız da durursam ölürüm mantığıyla yaşamanıza,
Tek bir karede, tek bir haberde manevi acınızın fiziksel acıya nasıl dönüştüğünü tecrübe etmenize,
Saç diplerinizin yanarken saçlarınıza düşen ilk akları o anda anlamanıza,
Çevrenizdeki her karşı cinsi düşman belleyip, ilk atakta canını yakmanıza,
Ömrünüzden ömür, neşenizden neşe gitmesine ve buna rağmen en sahte mutluluk nasıl yaşanır bunu öğrenip, çevrenizdeki herkesi o enerji alanına alıp kandırmanıza,
Olmadık zamanlarda gözlerinizin uzaklara dalıp dolmasına,boğazınız yanıp tam bir damla yaş düşecekken sebepsiz bir kahkaha atıp kendi kendinizi kandırmanıza,
Bir şeyleri kurtarmak istemenizin gurursuzlukla adlandırılmasına,
Hayatta en çok istediğiniz şeyi, artık her şeyin bittiğini anladığınız için kendi ellerinizle yok etmenize,
Kabuslarla dolu geceler geçirmeye..
.................

DEĞER Mİ?
Bence değmez..
O yüzden, artık aşık olmalısın diyen arkadaşlarıma sinirlenmem bundandır..
Ben kimsenin bu kadar değerli olduğunu düşünmüyorum.

Aşk bir insanın ömrü boyunca yaptığı hataların diyetidir..
Ve herkes bunu günü geldiğinde öder.

Bu yazıyı bloğa gönderdikten sonra,
En sevdiğim  Jehan Barbur şarkısını dinleyeceğim..
AŞK BİTTİ..


2 Ekim 2016 Pazar

Hıdırellez..

İzmirliler için önemlidir..
Tam bir bayram havasında kutlanır..
Çocukluktan itibaren bu ritüelle büyürüz çünkü..
Hıdırellez gecesi herkes sokaklardadır..
Ertesi günde genelde İzmir fuarında Romanların eğlencesi olur..Ona gidilir..
En azından benim çocukluğumda öyleydi..
Gece eğlence başlar..
Tüm sokaklarda ateşler yakılır, üzerinden atlanır..
Yaralanma vakaları fazla olur :)
Mahalleler arası en büyük ateş bizim yarışı vardır..
Bir sene hiç unutmuyorum..
Bizim mahallede Ses Sistemleri satan bir dükkan vardı..
Hıdırellez gecesi kocaman bir ateş yakıldı..
Bu dükkanın sahipleri de öyle bir müzik sistemi kurdular ki sanırsınız Tarkan konsere gelecek..
Sokağa sandalyeler masalar atıldı..
Komşuların hepsi eski..
Herkes birbirini tanıyor..
Babalar içki sofrası kurdu..
Anneler çiğdem çitledi, dedikodu yaptı :)
Çocuklar dilediğince eğlendi..
Öyle bir eğlence yapıldı ki.. Yan mahallelerde bizim sokağa akın etti.
Bir sürü insan eller havaya modunda ateşten atladı.. Gül fidanlarına dilekler asıldı..
Eğlence gece geç saatlere kadar devam etti..
Lise döneminde ise okulun bulunduğu sahilde olurdu herkes..
O akşam oraya herkesi göreceğini bilerek gider,
Ona göre ayrı bir özen gösterirdin :)
Süs püs manasında yani..
Bütün gün formalı gördüğün insanları, farklı göreceksin sonuçta :)

İstanbul'a taşındığımdan beri eksikliğini en çok hissettiğim şeylerden biridir Hıdırellez..
Birkaç kere İzmir'e kaçma fırsatı bulsam da çoğu zaman gidemedim..
Bir keresinde de Ahırkapı'daki şenliklere gidip, trafikte daralınca bir daha gitmeme kararı aldım. :)

Her sene dilenen dilekler genelde aynı..
Aşk, sağlık, huzur, başarı, para vs.
Yaklaşık 7-8 sene önce benim gül dalına astığım dileğimi, o dönem beni seven ama bir türlü açılamayan bir arkadaşım ben gittikten sonra gidip, astığım yerden alıp açmış..
Ve bunu bana bu sene itiraf etti :)
"Kas kafalı dedim.. Demek ondan olmuyor dileklerim :)"
Hayır kendi evlenmiş ben evde kaldım bir de :)))
O yüzden bu sene oturup çok ayrıntılı çizdim :)
Yahu madem isteme hakkım var..
Her şeyi isteyebilirim sonuçta..
Parayla değil ya..
Bir A4 e tek tek çizdim..
Şu olsun ama yanında şu da olsun..
Bu olsun ama yanında bu da olsun diye..
Sonra gidip bir gül dalına astım..
Sabahta erkenden uyanıp, sabah alışverişini getiren apartman görevlisine yakalanıp rezil olmadan gidip astığım yerden aldım.. :)
Ve kırmızı kesesi ile 1 hafta çantamda dolaştırdım..
Dedim ki..
Ben bunu nerede denize atarsam, bu dilekler orada olmaya başlasın..
Ve her şey 2 hafta sonraki Bodrum tatili ile start verdi..


Bahar oldu aman
Al kese astım gül dalına
Adadım yarin adına

İki göz oda..
......
Ağlama hıdrellez
Ağlama be bana
Acı ektim yerine
Aşk yeşerecek
Başka bahara..







1 Ekim 2016 Cumartesi

Okunası Seri.. Fi - Çi - Pi - Azra Kohen!

Kitap okumayı severim..
Belirli dönemlerde peş peşe, nefes almadan kitap okur..
Bazen 1-2 ay elime kitap almam..
Her şeyi ya hep ya hiç yapmamdan kaynaklı biraz..
Yine kitap okuma krizim tuttuğu dönemlerde kendisi ile ünlü bir kitabevinin online satış sitesinde tanıştık..
2015..
Fi ve yanında yaklaşık 10 tane daha kitap siparişim bir Cuma günü kargo ile geldi..
Fi ince denemeyecek kalınlıkta bir kitap..
Kitaplar arasında elim ilk ona gitti..
Belki ismimin ilk iki harfi olmasından sebep :)
Cuma gecesi..
Bir 10 sayfa okur uyurum derken..
Sabah ezanı okunduğunda gözlerim kapanma aşamasına gelirken inatla okumaya devam ediyordum..
Ertesi akşam kitabın son sayfasını okurken "Aman Allah'ım bitiyor.." diye hüzünlendiğimi hatırlıyorum..
Ayrıca ben 6,5 aylık, bekleme sabrı pek olmayan bir insanım..
İnşallah Çi'yi çok beklemeyiz diye dua etmeye başlıyorum.
Nitekim bir süre sonra Çi çıkıyor..
Alınıyor yine aynı gün bitiriliyor..
Bu sefer Pi'nin yolu gözlenmeye başlanıyor..
Pi tam bir yolculuğa çıkacağım gün piyasaya çıkıyor..
Normal şartlarda o kalınlıkta bir kitabı yanımda taşıyacağımı pek hayal etmezdim..
Tatiller için genelde daha az ağırlık yapacak kitaplar seçerim çünkü :)
Bugüne kadar uzun yolda yanımda taşıdığım en kalın kitap olarak da benim tarihime geçecek sanırım..
Ve hala salonumun ortasında sehpada dururlar..
Bazen kafam bozulduğunda, ruhum sıkıldığında birini alır rastgele bir sayfa açar okurum..
Oyun gibi.. "Bugünün sana mesajı bu" derim :)

Bazı kitaplar vardır.. Çok seversiniz..
Benim Fi-Çi-Pi üçlemesi ile bağım diğer sevdiğim kitaplara göre çok daha farklı..
O kitaptaki karakterler benim sanki..
O kitabı ben yazdım sanki..
O kadar benden ki..
Kendi hayatımın karışık olduğu bir dönemde, gönderilmiş bir işaret sanki..
Biri bunu benim için yazdırmış olmasın sakın diye düşündüğüm anlar çok oldu..
Kitabın konusu ne deseler tek bir şey söyleyemem..
Her şey var..
Aşk,nefret,tutku,din,inanç,siyaset,toplum vs vs..

Azra Kohen'in kitapta anlattığı gibi,
Herkesin dünyada olması gereken bir yer, uğruna çalışması gereken bir amaç var..
Ve sen o amacı bulana kadar acı çekersin..
Her şey bir tohumu toprağa ekmekle başlar..
Ve biz olduğumuzda tamamlanır..

Ve benim bu blogu yazma nedenimdir o kitap..
Tabi ki ben bir yazar değilim..
Ama ne ile mutlu olduğumu ben biraz da Azra Kohen sayesinde çözdüm..

Benim içimde biraz Duru var..Şımarık..
Biraz Bilge var.. Soğukkanlı..
Bazen Eti var.. Ketum..
Can'a benzeyen karakterler tanıdım..
Deniz'e benzeyen..
Özge gibi arkadaşlarım oldu..
Ali gibi de..
Kitap bana zor zamanımda ne yapıyorum ben? dedirtti..
Ve yolumu değiştirmeme yardımcı oldu..
İnançlarımı sağlamlaştırdı..
İşte tam da benim inandığım şey bu dedirtti..
Bilmediğim konularda öğretti..

Kitap tavsiyesi soran her arkadaşıma ilk bu seriyi okuyup okumadığını soruyorum..
Okumadıysanız lütfen okuyun..
Kendi farkındalığınız için..
Size bir roman havasında sunulan gerçekleri lütfen sizde farkedin..
Su gibi bir seri..


Yeni kitabını sabırsızlıkla bekliyorum..
Kalemine ve ruhuna sağlık Azra Kohen!
Sen de iyi ki varsın!