Aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Aralık 2019 Pazar

O..

Bu yazıyı yazmak için yıllardır bekliyorum..
Başta hatırlamak istemedim..
Sonra acım tamamen geçsin istedim..
Sonra hayatın akışında vakit bulamadım..
Sonra hayatımda başka önceliklerim oldu..

Son zamanlarda kendimce bir tükenmişlik sendromu yaşıyorum. Bunun içinden bir türlü kurtulamıyorum. Herşeyin ilk başladığı yerden yazmaya başlarsam belki bağlarım kopar diye düşünmeye başladım. Ama şimdi de herşeyi o zamanki gibi hissedemediğimden istediğim gibi bir yazı olmayacağını biliyorum. Yine de yazacağım.

Herkesin hayatında bir kere aşık olabileceğini düşündüm hep..
Eğer bir isim vermem gerekseydi, herhalde O'nu verirdim.
Aslında gerçekten aşık olduğumdan değil..
En çok emek verdiğim ilişkim olduğundan..
Beni en çok yıpratan ve en çok değiştiren olduğundan..
Ardından tamamen değiştiğim için..
O'ndan önce ve sonra olarak hayatımı belirgin bir şekilde ikiye ayırabilirim çünkü..
Gerçekten aşık oldun mu derseniz..
Cevabını bilmiyorum ve hiçbir zamanda bilemeyeceğim.

Onunla tanıştığımda 17 yaşındaydım.
Ve kendisinden hiç hoşlanmadığımı hatırlıyorum..
Sadece görüşmemiz gereken ortamlarda bir araya gelir, muhabbetlerimiz hal hatır sorma seviyesini hiç geçmezdi. Ben üniversite için İstanbul'a geldikten sonra da görüşmedik zaten..
Aradan yıllar geçti..
13 sene sonra falandı..
Kendimi bir akşam onunla baş başa Anadolu Kavağı'nda rakı kadehlerimizi tokuşturup anıları yad ederken buldum. Gecenin sonuna doğru kendimi onun gözünde gördüm. Bu sadece bazı insanlarda olur.. Bir insanın gözünde kendimi gördüysem o insan ya bana aşıktır ya da aşık olacaktır. O anda iki seçeneğim vardır. Kalmak ya da gitmek..

Kaldım.
Acısı ve tatlısıyla birkaç senemiz oldu..
Beni çok sevdi.
Bugün bile hala buna eminim,
Ve kimsenin o kadar sevemeyeceğini biliyorum.
Hiç ayrı kalmadık..
Çünkü beni bir cam fanusa koydu..
Tüm hayatla bağımı kopardığı gibi, bazen kendinden bile sakındığını düşünüyordum.
Herşeyi birlikte yapıyorduk..
Arkadaşlarım tarafından nefret edilen insan, ailem tarafından çok seviliyordu.
Hatta aradan seneler geçmesine rağmen bugün annemi arayıp biz barıştık desem, sevineceğine eminim..
Çünkü hiç kimse aslında beni arka planda ne kadar yıprattığını bilmiyordu.
Ona cidden aşık mıydım, yoksa beni kendisi olmadan yaşayamayacağıma inandırdığı için mi bilmiyorum tamamen değiştim.
Hayatım boyunca yapmayacağım şeyleri onun için yaptım.
Bir dönem bende onun gibi oldum..
Ama bu süreç beni o kadar yordu ki..
Bunun bir sonu olmayacağını daha önceki yazılarda bahsettiğim gibi bir yurtdışı tatilinde, yine bir kavgamız sonrası, antikacının önünde duran boy aynasında kendimi görünce anladım..
Ondan önceki ben ve o anki ben arasında milyon tane fark vardı..
Bütün güzelliğimi, enerjimi ve ışığımı sömürmüş, beni o cam fanusun içinde kurutmaya karar vermişti.. O günden sonra herşey değişmeye başladı..
Ayrılıklar, barışmalar vs derken her seferinde biraz daha azalarak devam ettik.

Bazı ilişkiler vardır.
Ayrıldık, bitti desen de aslında bilirsin ki bitmemiştir o.
Gerçekten ayrılacağın günü çok iyi bilirsin.

O sene bayram tatili Eylül ayına geliyordu.
Annemler İzmir'de değildi ama benim İzmir'de olmam gerekiyordu.
Birkaç olay sonrası İstanbul'a eğer yalnız dönersem bu iş bitmiştir dediğimi hatırlıyorum.
Arabayla tek dönüyordum.
Feribot sırasına geldiğimde ufak bir kaza yaşandı.
Öndeki arabadan inen kadın bir anda iki arabanın arasına girince sıkıştı.
Kadına birşey olmamasına rağmen o kadar çok ağladım ki, kadın beni sakinleştirmeye çalıştı.
Elimi telefona attım.
Onu arayacaktım normal şartlarda..
Ama arayamadım, çok ağladım.
O an bittiğini anladığım andır.
Evimin otoparkına kadar hıçkıra hıçkıra ağlayarak geldim.

1 hafta sonra sabah 6 da telefonum çaldı.
1 saat vakti olduğunu, bana geleceğini ve son kez konuşacağımızı söyledi.
Geldi.
Her zaman oturduğumuz balkona yine aynı şekilde oturduk.
Hiç konuşmadık.
Ben yine her kavgada olduğu gibi, gözlerimi camdan dışarıya diktiğimde gördüğüm anaokulu tabelasına kitlendim.
Bana birşeyler söyledi.
Dinledim.
O kadar anlamsızdı ki.
Bitmiş ilişkimizin üzerine birlikte toprak atıyorduk resmen.
Sonra birlikte evden çıktık.
Apartman kapısında hoşçakal dedi bana.
Hiçbir şey söylemedim.
Yüzüne bakmadım.
O sağa ben sola döndüm.
Hiç dönüp bakmadım arkasından..
Bir daha da görmedim..

Çok kitap okudum.
Çok seyahat ettim.
Çok dua ettim.
Çok ağladım.
Çok güldüm.
Çok uzun sürdü.
Ama geçti..

Bir seyahatte yakın bir arkadaşım "Affet ve kurtul" dedi. Saçmalama yaaa diye çıkışsam da başlarda, sonradan düşündüğümde gerçekten birşeyden affetmeden kurtulamayacağımı anladım.

Ben seni, beni yarı yolda elimi bıraktığın için affettim.
Ben seni, en çok istediğim şeyleri elimden aldığın için affettim.
Ben seni, canımı yakan cümlelerin için affettim.
Ben seni, benim önümde durup set olmadığın için affetim.
Ben seni, beni tercih etmediğin için affettim.
Ben seni, beni böyle sevdiğin için affettim.

Hayatımla birlikte ben de çok değiştim.
Şimdi bana hiç aşık oldun mu dediklerinde aklıma hep onun ismi gelir.
Çünkü beni bu kadar değiştiren bir ilişkim hiç olmadı..
Ama bazı aşk kıstaslarına baktığım zamanda bunlar bana uymuyor diyorum..
Ne olduğunu bilmiyorum..
Ama yine olsa yaşar mıyım?
Kesinlikle yaşarım.
Şu an olduğum kişiyi ona borçluyum.

Ve yıllar sonra O'nu,
Sabahın köründe yurtdışında bir otelin otoparkında sebebini sadece ikimizin bildiği, gülme krizine girdiğimiz an'da hatırlıyorum hep..
Gerçekten içten güldüğümüz tek andı çünkü.
Herşeye rağmen, kızmıyorum artık.

Ve birgün bu yazıyı okursa O'nun da aynı şeyi hissetmesi ve gülümsemesi için..
Yazıyı şu şarkı ile bitiriyorum..
Benim sesimle :)
Seni Tanrı Bile Affetmeyecek! ;)









18 Ekim 2019 Cuma

Minik..

Şimdi neden bu hikayeden başladın kızım ya..
Baştan hepsini anlat derseniz..
Kusura bakmayın..
Keyif benim, blog benim..
İstediğim şeyi anlatırım..

Tanıştığımız o günü çok net hatırlıyorum.
Net hatırlıyorum çünkü o kadar heyecanlanmıştım ki..
Arabaya atlayıp son gaz bizim kızlardan birinin evine atmıştım kendimi..
Garajdan eve doğru koşarken  "aç kapıyııııııı aşık olacağım bu sefer galibaaaaaaa" diye bağırdığımı, şok olmuş eniştemin kapıyı açıp "N'olmuş buna be?" diye bizim kıza baktığını hatırlıyorum.. :)
Bahçede ayılıp bayılırken aşkımdan (aşk işte başka uygun kelime bulamadım, idare ediverin..gerçi o yaz sıcağından da olabilir ama neyse..) eşiyle dışarı çıkması gereken kankamla aynen şu diyalog geçmişti aramızda..

- Figo biz 1 saate geliriz, çocuklar sana emanet..
- Valla ben karışmam, ararsa çocukları kilitler eve, giderim..
- Saçmalamaaaa..  Zincirlerim seni o sandalyeye.. Biz gelmeden gidemezsin..
- Zinciri keserim, evden kaçarım.. Polisi ararım.. Neyse ben şarabımı alayım da yıldızlara bakayım aşşşşkım arayana kadar :))

Tabi ki evden kaçmadım. 
Ama biz o gün çok eğlendik..
Uzun zamandır  hayatımın akışına böyle biri dahil olmadığı için bilen herkes de eğlendi..
Oldu beeee..Bu sefer kurtuluyoruzzzz galiba..
Birini bulup gitse de başımızdan, eskisi gibi sık gelmese, geldiğinde de içki stoğumuzu patlatmasından kurtulsak diye sevinen eniştelerim bile olmuştur yani.. Yüzüme söylemediler ama ben anladım.

İşin tırı vırı (güzel günler, tatiller, kavgalar, uçan kuşlar martılarrrr) kısmını hoooop atlıyorum.
Tabi ki söz konusu ben olunca, hiçbir şey normal düzeninde olmadı..
Onu söylememe bile gerek yok sanırım.. :)
Şimdi madalyonun diğer tarafını çeviriyorum..

Hayatım boyunca kimseye yalan söylemedim..
Yaptığım şey yanlış da olsa..
Ben bunu yaptım, al bu bilgiyle ne yapıyorsan yap dedim herkese..

Ben ergenliğimde bile Merve'lere ders çalışmaya gidiyorum dememiş insanım düşünün..
Biz dışarı çıkıyoruz anne, babama da söyledim der çıkardım.
Ya da kızlar ben izin alamadım, size iyi eğlenceler der evimde otururdum.
Bir konu da yalan söylemem gerektiyse de kesin o grup işidir..
Kuzenlerimle bir halt yemişizdir ya da yiyeceğizdir, onun yalanıdır.
Zaten sonradan ben kesin ötmüşümdür :))

İlişkilerimde de hiç yalan söylemedim.
Hiç kimseyi aldatmadım.
Tek bir kişi dışında hiç kimseye seni seviyorum demedim.
Hiç kimseye hissetmediğim gibi davranmadım.
Hiç kimseye rol yapmadım..
Taktiklerin hepsini bilirim ve istersem karşımdakini kapımda süründürürüm. 
Ama hak etmeyen hiç kimseyi süründürmedim.
Yol verdim gitti..
Sürünenler hala kapımda..
Abartısız :)
Her ilişkide de ben buyum diyorum..
Neysem o gibi davranıyorum, ne yapılmasını istemiyorsam uyarıyorum.
Kendime yapılmasını istemediğim bir şeyi kimseye yapmıyorum..
Hem geniş bir çevre, hem de her yere eli uzanan bir ailem olduğundan istediğime ulaşabiliyorum..
Ve bendeki kredisi bitene kadar beklemeye başlıyorum..

Bugüne kadar yaşadığım herşeyden şunu öğrendim.. Aşk, iş, aile vs.. Hepsi dahil..
Bir insan sizinle konuşurken ısrarla neyin yapılmaması gerektiğini savunuyorsa (ahlak, namus, aile, para konularında) % 101 emin olun, hepsini kendisi yapıyor..

Bunu anladığım andan itibaren bir süre daha vakit veriyorum..
Aslında diyorum ki..
Ben biliyorum, 
Ben öğrendim..
Ama gel sen anlat bana..
En azından diyeyim ki..
Benim gibi, yanlış da olsa anlatıp topu karşısındakine bırakıyor..
Ama ne yazık ki, benim karşımdakiler topu bana paslamak yerine, belki anlamamıştır.. anlasa duramazdı, bu kadar sabredemezdi gazıyla o topla oradan oraya koşup çalım atmaya çalışırken.. Ben 89 dakika dostluk maçı oynarken, o aldığı tüm sarı kartlara rağmen, hala 90. dk da gol atma hevesindeyken.. Sahayı terkediyorum.



Yani diyeceğim o ki..
Biliyorum.
Ve sahayı terkediyorum.
Al şimdi bu bilgiyle sen ne yaparsan yap minik..

tabir-i caizse..

Ben, O ve Gidenler..

Bir insanın hayatında ne kadar "Yok artık ya.. bu kadarı da olmaz" dediği ne varsa hepsini ben yaşadım :) Abartmıyorum. Tanıyan bilir.
Belki de o yüzden,
Zalim aşkların ustası,
İlişkilerin piri,
Leb demeden "ben leblebi sevmem" diyen insan oldum.
Daha önce de bahsetmişimdir..
Hiçbir zaman aşk insanı olmadım zaten..
Bu saatten sonra da olacağımı pek sanmıyorum..
Bu saatten sonra diyorum.. Çünkü..
Yok ki öyle bir şey :)))

Eee sen hep tek misin? derseniz..
Valla pek tek olduğum da söylenemez.
Sadece herkesi gitmem gereken yere kadar yanımda taşıyıp,
Zamanı gelince "Durağa geldik, hadi canım sen burada iniyorsun." diyorum.
Ruhsuz muyum? Belki..
Üzülmüyor muyum?
Tabi ki üzülüyorum.
Ama hakettiği kadar..
Kimine 2 hafta, kimine 2 gün, kimine 2 saat..
Yanlış anlaşılma olmasın..
Burada da gidene değil,
Kendime üzülüyorum..
Yani aslında giden herkes,
Ben, O ve gidenler olarak ayrılıyor..
Topluca gidenlere sallayıp, bir tek O'na kadeh kaldırıyorum hala,
herkesin birine şarkı söylediği masalarda..
O hala O..
Ve sanırım bu gidenleri gördükçe..
O hala O olmaya devam edecek..
Ve birgün üşenmeyip O'nu anlatacağım..
Ama o gün bugün değil..

Şimdi size gidenlerden bir hikaye anlatacağım..
Hadi..
Başladık, devam edelim.

tabir-i caizse..

Başlıyoruz.

Saatlerdir boş bir sayfaya bakıyorum..
Yazacağım  kadar çok şey var ki..
Ve ben nereden başlayacağımı cidden bilmiyorum..
Bugün kızlara söyledim..
Artık bana olmayacak bir konu söyleyin, ben aradan çekip hikayesini anlatayım size :)
Kendi hayatımı film tadında izlemeye devam ediyorum yani..
Arkası yarın..
O senelerce süren "Yalan Rüzgarı"ndan daha uzun..
İlk 15 seneyi es geçsek, 22 sezon çıkarırım size :)
Hatta öyle sahneler yazarım ki, senarist abartıyor sanırsınız..
Halbuki eksiği olur fazlası olmaz..
Bu blogu açtığımdan beri,
Yazacak çok şeyim var derdim hep..
Ve 3 senede o kadar çok yazacak şeyim daha oldu ki,
Günlerce yazsam,
Günlerce okursunuz..

Ve sonra dersiniz ki..
Çok şükür..
Biz yine iyiyiz..
Bu kadın hepsini yaşamış ve hala nefes alıyor..
Hazır mısınız?
Başlıyoruz.
Patlamış mısırı alan gelsin.

tabir-i caizse..

14 Aralık 2016 Çarşamba

Aşk bir hastalık hali..

Genel olarak aşk insanı olmamakla beraber bugüne kadar yaşadıklarım ve etrafımdaki ilişkilerden gözlemlediğim kadarıyla aşk denilen şey tamamen bir hastalık hali..
Grip gibi, zatürre gibi, verem gibi..
Hatta bazıları var ki..
Bildiğin akciğer kanseri..
Her hastalığın başında insanın etrafından gördüğü ilgi hoşuna gider..
Bir süre sonra her şey olağanlaşır..
Başta hoşunuza giden hastalık hali sizi ele geçirmeye başlar..
Yavaş yavaş tükenmeye başlarsınız..
Ben bu hastalıktan sağ salim kurtulmuş çok az ama cidden çok az insan gördüm..
Kimi hafif bir grip gibi atlatır..
Sonra yeniden denemek ister..
Kimisi de bir akciğer kanseri gibi atlatamaz..
Ve bütün kapılarını kapatır..
Ama sonuç hiç değişmez..
Bünye bir kere hasta olduysa ya da en azından yanına bile yaklaştıysa kendini savunmaya alır..
Önceki hastalığından ya da hastalıklarından edindiği tecrübeleri uygular..
Sıkı giyinir, cereyanda kalmaz..Vitamin alır, yediklerine dikkat eder ya da mezar yeri bakar :)
İşte aşkta aynen böyle bir şey..
Bir insanın bir kere canı yandıysa bir sonrakinde hep önlem alır..
Ama aslında hep unuttuğu bir şey vardır..
Peki sen bu önlemleri neye karşı alıyorsun?
Nereden biliyorsun karşındakinin başından geçenleri, ne hissettiğini..
Ya sen sadece grip olup karşındaki zamanında verem olmuşsa?
Ya sen verem olup karşındaki sadece griple atlatmışsa..
Ya karşındaki akciğer kanserinden ölmüş ama aslında yaşıyor numarası yapan biriyse?
Herkes kendini korumaya çalışırken aslında yanlış tedavi yöntemleri kullandığını bilmez..
Açık olun..
Ben öldüm zaten zamanında beni öldüremezsin deyin..
Ya da ben ölmedim hiç, beni öldürme deyin..

Hayatın bize yaşattığı şeyleri artık değiştiremeyiz..
Ama zamanında başkalarının yaşattıkları şeyler yüzünden bizim de başkalarının canını yakmaya hakkımız yok..
Dürüst olduğumuz ölçüde, hayat bize karşılığını verecektir..
Senin canın çok yandı diye benim canımı yakmaya hakkın yok..
Benim canım çok yandı diye, senin canını yakmaya hakkım yok..

Oyunlar, entrikalar, taktikler için bir çoğumuz çok yaşlı ve yorgunuz..
Bu enerjiyi illa bir ilişkiye harcamak zorunda da değiliz..
Kendi mutluluğumuza harcasak?
Ben son 1 yılda gördüm ki..
İnsan aslında en çok kendi ile mutlu..
Kendinizi seviyorsanız mutlaka bir çift olmanıza gerek yok..
Ya da bir çift olmak için hastalıklı bir ruh haline bürünüp adını aşk koymanıza gerek yok..

Ben hastalığımın farkına vardığımda evimin çok uzaklarındaydım..
Bir tatil beldesinde, bir kavga sırasında, gözümden yaşlar süzülürken önünde durduğum bir hediyelik eşya dükkanının kapısındaki boy aynasında kendimi gördüm..
O görüntüyü hayatımın sonuna kadar unutamam..
Hayatımda gördüğüm en hasta kadın vardı o aynada..
Akciğer kanseri son evre..
Ölecek yakında, hatta ölmüş..
Ve iyileşeceğime, ölsem de yeniden doğacağıma söz verdim..

Ve ne zaman biri bana elini uzatsa, ben o aynadaki kadını görüyorum tekrar..
Ama onun acısını bana elini uzatandan çıkarmıyorum..
Korkarsam..Dönüp gidiyorum..
Sadece o hale bir daha gelmeyeceğime emin olduğum insanla kalacağım..
Ve onunla, aynı ülkede, aynı aynaya tekrar bakacağım!

tabir-i caizse..



23 Kasım 2016 Çarşamba

Bodrum Bodrum..

Biz İzmirliler için 2. plandadır..
Bizim göz bebeğimiz Çeşme'dir çünkü..
Bodrum 2. sırada yer alır..
Ama her yaz mutlaka uğranır..
Biraz denizzzz,birazzz uyku...
Bütün isteğim buydu..
Bodrum Bodrum.. denir :)

Bu sene yoğun seyahatlerimin arasında Güneş aradı..
Üzerinde çalıştığı projesi için bir süre Bodrum'da olduğunu ve müsaitsem beni de beklediğini söyledi..
Peki tabir-i caizse ne yaptı..
Hemen Google-THY enter :)
Biletler alındı. Güneş'in kaldığı otele bana da rezervasyon yaptırdı derken ben yine bir Cuma akşamı 2016 Yaz Türkiye sezonunu Bodrum'da açmak üzere yola çıktım :)
Havaalanında bir ara terasa çıkayım dedim..
Birinin bana baktığını hissettim..
Yok artık dedim..
Evlenmemiş miydi bu?
Eşi nerde ki ?
Kesin aynı uçaktayızdır bir de bununla ister misin! diye düşünürken, O, eşi ve ben aynı uçaktaydık :)
Gördüğüm andan itibaren bana bir gülme krizi geldi..
İnşallah yanlarında oturmadığımı umarak o uçağa bindim..
Evet yaz sezonunun bu kadar olaylı geçeceğinin ilk sinyalini de orada almış oldum..

Rötar vs derken Güneş'in kaldığı otele ulaştım..
Ne zamandır görüşmüyorduk..
Hooop dedikodular, hikayeler başladı..
Anlatılan hikayelere benim yorumlarım biraz acımasız olsa da, Bodrum tatili benim öngörülerimin gerçekleşmesi ile bitti ne yazık ki..
Hava yağmurlu olduğu için deniz faslını es geçip kendimizi gezmeye verdik..
Yalıkavak senin, Gümüşlük benim şeklinde..
Güneş 'in hikayesi ile ilgili ilk öngörüm tuttuğunda oteldeydik..
Kalk,kalk,kalk dedim..
Çıkıyoruz..
Oturup ağlayacak değiliz ya..
Oturduk bir bara..
1,2,3 kadeh derken ağlanarak bitirilmesi gereken bir geceyi biz kahkahalarla bitirmiş olduk..
Bir ara mekanın işletmecisi geldi yanıma..
Niye içirdin kıza bu kadar dedi..
Eee kendini aşık sanıyor çünkü dedim :)
Kaldı mı ya böyleleri dedi..
Kaldı kaldı dedim.. Ama bu da geçer :) Aramıza hoşgeldi..
Bak ağlamıyor en azından gülüyor :)
Akıllı sarhoşluk cennetin provasıdır sonuçta..
Sonra bütün gece şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı şeklinde örnekler verdim..
Sabah uyandığımızda her şey daha eğlenceli bir hal aldı..
Çünkü Güneş'in çakır keyif olduğu anlarda ben hem iş bağlantısı için mekan sahibinin numarasını telefonuna kaydetmiştim..hemde biz otururken mesaj atan eski hayranlarının birkaçına cevap yazdırmıştım :)))
Sabah uyandığımda elinde 2 telefon mesajlara yetişmeye çalışırken, göz göze geldik..
"Eee günaydın o zaman" deyip içimden "Ardından ağlayan o kız nerede şimdiiiii, gel gör beniiii!" şarkısını söyleyerek kalkıp, hazırlanmaya gittim :)

Yalıkavak'ta dolaşırken bir anda yağmur bastırınca etrafı açık,inşaat halindeki bir çay bahçesinin çatısının altına sığındık..
O sırada bende telefonumdan bir şeylere bakıyorum..
Arkamızdan bir ses geldi..
Pardon bakar mısınız? diye
Döndüm..
50 yaşlarında bir amca..
Buyrun dedim..
Sizinle arkadaş olabilir miyim? dedi..
Ben o şokla önce etrafa bir baktım.. Bağırsam yetişecek kimse var mı diye..
Sonra adama dönüp hemen kaybolmazsan polisi ararım dedim..
Adam kayboldu..
Güneş ile birbirimize bakakaldık..
Sonra gülmeye başladık..
Bu nasıl bir manyak ya..özgüvene bak..
Bizimle arkadaş olacakmış..
Çocuk parkındayız sanki..

Hafta sonu yemekler, sahilde kahveler, akşamları kadehler şeklinde bol muhabbet ile geçti..
Pazartesi sabaha karşı İstanbul'a dönmek üzere yola çıktım..
Güneş bir süre daha işleri nedeniyle kalacaktı..
Dönerken tembihlerim anne modunda..
Kural 1-O telefondan uzak dur.
Kural 2-Acil durumda beni ara :)

Sabah 05.30 uçağında bilin bakalım yine kiminle döndüm :)
Kader işte :)) Adamın kaderinde o stressi bir kere daha yaşamak varmış :)

Bu yaz 2 kere daha gittim Bodrum'a..

Ha bu arada..
Hıdırellez dileklerimi bu tatilde suya atmıştım..
Üzerinden aylar geçti..
Hepsi tuttu..
Sadece ufak bir ayrıntıyı atlamışım..
O yüzden hepsi boşuna tutmuş oldu.. :)
Yani...Ne istediğinize dikkat edin,gerçekleşebilir..



9 Ekim 2016 Pazar

İmkansızdık..

Her şeyin yavaşça durulmaya başladığı zamanlardı..
Dalgalı denizlerim kendini durgun denizlerinin sakinliğine bırakıyordu sanki..
Bir tesadüf ile yollarımız kesişti..
Bir tesadüf bizi aynı yere attı..
Farklı yerlerden, farklı ortamlardan, farklı dünyalardan, farklı acılardan nasıl olduğunu hala anlayamadığım bir şekilde O'nun hayatının orta yerine düştüm..
İlk defa kontrolün bende olmadığı bir yerdeydim..
Ben, beni kontrol edemiyordum..
Farklı bir gezegene bir hafta sonu yolculuğu gibi oldu..
Ve ben o yolculukta ben değildim..
Kendi dünyama geri ışınlandığımda bunun bir şaka olduğunu sandım bir süre..
Olmaması ne kadar imkansız şey varsa olmuştu..
Kimdi oradaki tabir-i caizse?
Ve bu imkansızlığı uzun süre anlamaya çalışsam da anlayamadım..
Ne olmuştu?
Neden olmuştu?
Bu nasıl bir şakaydı?

Yok saymak benim doğamda vardır..
Başedemeyeceğimi anladığım şeyleri yok sayarım.
Ben bu imkansızlıkla baş etmek için çok yorgundum.
Ben kendimi anlatmak için çok yorgundum..
Gördüğü gibi kalmak en doğrusuydu..
Bu bir rüyaydı, gerçek değildi dedim.
Ve kapattım.

Aradan geçen günlerde ,bunun kapanmasına izin vermedi..
Bilerek ya da bilmeyerek..
İsteyerek ya da istemeyerek..
Bir şey yapmadı..
Bir şey yaptı..
Bir şey yapmayarak, bir şeyler yaptı..
Sakinliği, iyiliği, bazen hiçbir şey yapmadan orada durması, bazen sinir bozması,ama sürekli uzaktan izlemesi.. göndermeleri, göndermemeleri, umursamaz görünüp her şeyi bilmesi, ama aslında benim hakkımda hiçbir şeyi bilmemesi..

Ben gerçeğin tek olduğuna inanırım.
Süt beyazdır, kömür siyah..
Hiçbir gerçek hiçbir insana göre şekil alıp değişmez..
Aynı insanların değişmediği gibi..
Kim olduğunuzun bir önemi yoktur..
Bir insan bir şeyi gerçekten istiyorsa, onu yapmak için mutlaka bir yolunu bulur..

Benim hayatımda grilere yer yoktur..
Arada kalan şeyleri sevmem..
Beklemeyi sevmem..
Aklımın karışmasını sevmem..
Çocukken bile gerçekten istediğim şeyi "sadece 1 kere" söylerdim.İkincisi asla olmazdı..
Ya hep, ya hiçciyim ben..

Net insanları seviyorum! Brüt olunca aklım karışıyor.. :)
Bir insanın gerçekten söylemek istediği şeyleri söylememesini anlamıyorum..
Oyunlardan,taktiklerden, göndermelerden nefret ediyorum..
Bir konu üzerine çok düşünmeyi sevmiyorum..
Hayatın sürüklediği noktalarda en iyisini yaşamak, en huzurlu anı seçmek için dolanıyorum..
İçinden çıkamadığım durumlarda üzülüyorum.
Ve üzülmeyi sevmiyorum..
Yeterince üzüldüğüme inanıyorum çünkü..
Fazlasını istemiyorum..

Ve ben aklımın karıştığı noktalarda gidiyorum..
Eğer bakmazsam, görmeyeceğimi biliyorum.
Evet,
Benim tek sarhoşluğum..
Ben gidiyorum..

Ekim 2016




5 Ekim 2016 Çarşamba

Aşk Bitti..

Ben hiç aşk insanı olmadım,olamadım..
Genel olarak yapım çok sevgiye müsait değil zaten..
Öyle herkesi seviyorum, dünya güzel, insanlar güzel saçmalığına inanmıyorum..
Sevdiklerimi çeker çıkarır, gerisini çöp sayarım..
Sevdiğim insanları çok sever, sevmediklerime hayatı zindan ederim..
Bunu sözle falan yapmama da gerek kalmaz..
Yüzümden okunur..
Hoşlanmadığım hiçbir şeyin suratına dahi bakmam..
İnsan, hayvan, eşya,çocuk,elbise,bina vs vs..
Sevdiğimi de alır baş köşeye oturturum..
Hep gözümün önünde olsun isterim..
İnsanlara ısınmam çok zor olmakla beraber, soğumam ışık hızında olur..
Kredisi sonsuz birkaç kişi dışında hayatımdaki herkesin üzerine tek kalemde çizik atabilirim.

Bir de bunun aşk boyutunu düşününce, düşündüklerim tam da korktuğum gibi oldu..
Hayatımda "O" hatayı bir kere yaptım..
Bir daha da yapmayı düşünmüyorum demeyeceğim..
Bir daha olmamasını diliyorum sadece.
Ama bu bir döngü..

Ben aşkla hayatı güzelleşen çok az insan gördüm..
İlk günler çiçekler böcekler şeklinde, bahar havasında geçen günlerin şaşmaz bir sırayla önce sonbahara, sonra kara kışa döndüğünü çevremdeki ilişkilerde de çok izledim..
Hele bir de dış faktörler etkinse "Cehenneme Hoşgeldiniz" :)
Nikahlarda Evettttt diye çığlık attıklarında,içimden "Hııı hııı evett :) göreceğiz 2-3 seneye derim"
Hiçbir şey olmasa bile monotonlaşan evliliklerinde yok olup giderken insanlar, aşktan değil sadece alışkanlık ve ortak sorumluluklarından dolayı devam ettiriyorlar evliliklerini..
Çok cesur olanlar ayrılıyor..
Ayrılık bir kurtuluş mu hayır..
Sonuçta bu bir döngü..
Bir gün bir yerden, farklı bir boyutta tekrar dahil oluyorsun sisteme..
Sadece önceki ilişkilerin hangi rolde devam edeceğini belirliyor..
Canı yanan mı? Can yakacak olan mı?

Aşk için çıldıran yakınlarıma anlam veremiyorum çoğu zaman..
Neden mi? Eğer biterse, ki genelde biter..

Sadece ortalamada 3 ay ayakları yerden kesilecek diye, (ki bu bile çok az kişiye nasip olur, öyle herkes herkesin ayağını yerden kesemez,kimi zaman 3 ay bile sürmez) sonrasında çekilecek acıya,
Sizi en sevdiğini sandığınız insanın aslında sizi hiç sevmemiş olduğunu,
Aslında aşk sandığınız şeyin karşılıklı ego tatmini olduğunu anlamaya,
Yüzünü ezbere bildiğiniz insanı zamanla flulaşan bir görüntü ile hatırlamaya,
Kıskanıyor çünkü beni seviyor diye avutmalarınızın, karşınızdakinin kendine özgüven eksikliği olduğunu,O beni kıskanıyorsa bende onu kıskanırım diye sidik yarışına dönüştürdüğünüz ilişkinizin aşk değil de bir girdap olduğunu  farketmeye,
Sokağın, marketin,ofisin, arkadaşlarınızla eğlenmeye gittiğiniz barın ortasında birden hıçkıra hıçkıra,Trafikte dörtlülerinizi yakıp arabanızı emniyet şeridine çekip katılarak,Güle oynaya en sahte maskenizle evinizin kapısını açtıktan sonra sokak kapısının arkasına oturarak saatlerce,Bir saksıya, bir fotoğrafa, bir nota bakarak sabaha kadar ağlamanıza,
En alakasız ortamlarda, en alakasız muhabbetlerde sadece onu hatırlatacak tek kelimede paralel evrene geçmenize,
Evlere, şehirlere sığamayıp sürekli elinizde bir bavul oradan oraya koşturmaya,
Nefessiz kalsanız da durursam ölürüm mantığıyla yaşamanıza,
Tek bir karede, tek bir haberde manevi acınızın fiziksel acıya nasıl dönüştüğünü tecrübe etmenize,
Saç diplerinizin yanarken saçlarınıza düşen ilk akları o anda anlamanıza,
Çevrenizdeki her karşı cinsi düşman belleyip, ilk atakta canını yakmanıza,
Ömrünüzden ömür, neşenizden neşe gitmesine ve buna rağmen en sahte mutluluk nasıl yaşanır bunu öğrenip, çevrenizdeki herkesi o enerji alanına alıp kandırmanıza,
Olmadık zamanlarda gözlerinizin uzaklara dalıp dolmasına,boğazınız yanıp tam bir damla yaş düşecekken sebepsiz bir kahkaha atıp kendi kendinizi kandırmanıza,
Bir şeyleri kurtarmak istemenizin gurursuzlukla adlandırılmasına,
Hayatta en çok istediğiniz şeyi, artık her şeyin bittiğini anladığınız için kendi ellerinizle yok etmenize,
Kabuslarla dolu geceler geçirmeye..
.................

DEĞER Mİ?
Bence değmez..
O yüzden, artık aşık olmalısın diyen arkadaşlarıma sinirlenmem bundandır..
Ben kimsenin bu kadar değerli olduğunu düşünmüyorum.

Aşk bir insanın ömrü boyunca yaptığı hataların diyetidir..
Ve herkes bunu günü geldiğinde öder.

Bu yazıyı bloğa gönderdikten sonra,
En sevdiğim  Jehan Barbur şarkısını dinleyeceğim..
AŞK BİTTİ..


18 Eylül 2016 Pazar

Kırdığın yerden kırıl!..

Hep gülecek değiliz ya..
Biraz da hayatın gerçeklerinden yazalım değil mi?..
Mutlu olduğumuz anlardan daha fazla hatırladığımız tek şey hayal kırıklıklarımız..

Hayal kırıklığı nedir sizce?
Size ait olduğunu sandığınız şeyin aslında hiç sizin olmadığını anlamak?
Kendi kendinize gerçekliğine inandığınız şeylere, birinin gelip bir kova buz gibi suyu dökmesi?
Hiç gitmez sandığınız insanların gitmesi, hiç bitmez sandığınız şeylerin bitmesi?
Gitmeye çok heveslendiğiniz bir yere gidememek?
İlmek ilmek ördüğünüz örgünün, bir dış kapı mandalına takılıp sökülmesi?
Bir gülüşün ardındaki riyakarlığı tek bir karede anladığınız an?
Zor gününüzde elinizden tutacak kimseyi bulamamak?
Hayatınız boyunca hayalini kurduğunuz şeyi elde ettiğiniz anda, onu ellerinizle geri bırakmak?

Bu liste uzar gider..
Hayal kırıklığının sözlük anlamını hepimiz biliyoruz..
Ama her canda açtığı yaraları bilmiyoruz..
Ve hepimiz birbirimizin hayallerini kırıyoruz..
Bu döngü devam edecek,
En mutlu olduğumuz anlarda,
kırdığımız hayaller cam kırığı gibi içimizi kanatmaya devam edecek..
Ve hiç birimiz asla tam mutlu insanlar olamayacağız..
O yüzden herkesin kırdığı kadar kırılmasını diliyorum..

Kırdığın yerden kırıl!..



7 Eylül 2016 Çarşamba

Turgut..

Bu blogda gerçek ismini kullanacağım ender insanlardan birisi..
Sene 95-96..
Annem bir mağaza açtı..
Ben o zamanlar orta sona gidiyorum..
Ve 7 sinde neyse 70 inde odur mantığıyla o zamanlarda naletim..
Okul çıkışları annemin yanına uğruyorum..
Bir gün gittim.. Annem dışarı çıkmış..
Dükkanın içinde oyalanırken..Üst kattan son ses bir İbrahim Tatlıses çalmaya başladı..
Bir süre bekledim.. Susacağı yok..
Kıroooo diye söyleniyorum içimden.. (Ki bende bazı zamanlarda arabesk dinlerim :) hele iyi bir rakı sofrası varsa.. )
Dayanamadım çıktım sokağa..
Baktım üst katın balkonu açık..
Zile bastım..
Balkona biri çıktı..
Tam bağırmak için kafamı kaldırdım ki..
Karşımda o güne kadar gördüğüm en yakışıklı çocuk..
Yemyeşil gözleriyle buyrun diye gülüyor..
Yanına birkaç arkadaşı fırlıyor..
Onlar kendi aralarında "Kim bu kız? Yeni mi taşınmış mahalleye diye?" konuşurken,
Ben ona kitlenmişim.. Çocuk hala gülümsüyor..
İlk şok geçtikten sonra..
"Bana bak! kes o müziğin sesini!" diye bağırıp hışımla dükkana giriyorum..
Suratım kıp kırmızı..
Sonra her gün annemin dükkanı, kapanana kadar oyalandığım yere dönüşüyor..
Zaman içinde herkes tanışıyor.. Turgut benden 4 yaş büyük..
Akşam muhabbetleri,yaz geceleri.. mahalledekilerle ekip gittikçe büyüyor..
Ayak sesini duymamla, kapının önüne çıkmam ışık hızı :)
96 yılını hep beraber arkadaşlar, kuzenler vs. toplanıp karşılıyoruz.
Her şey yolunda giderken bir gün çok anlamsız bir şey oluyor ve ben muhabbeti kesiyorum.
2-3 ay sürüyor..
6 Eylül 1996..
Akşamüstü dükkanın kapısında otururken, Turgut apartmandan çıkıyor..
Yüzüme bakmadan yanımdan geçiyor.
Bir 10 metre sonra duruyor.
Dönüp yüzüme bakıyor.
Bende boş boş bakıp, sinirlenip içeri giriyorum.
Ertesi sabah annemler olmadığı için dükkanı ben açacağım.
Sokağa giriyorum..
Bir kalabalık..
Ne oldu acaba derken..
Apartman kapısında bir sandalyede yığılmış şekilde oturan ablasını görüyorum.
Zamanın durduğu anlardandır.
Ne oldu? diyorum.
Sadece Turgut diyor..
ve tabir-i caizse o anda ölüm denen gerçeği iliklerine kadar hissediyor.
Şu anda hatırladığım..
Sonraki 1 sene her ayak sesinde ağlamak istediğimdi..
Gazetede çıkan haberlerini siyah bir albüm yapmıştım.
Bir gün okuldan geldim..Annem ben attım onu dedi..
Aradan yıllar geçtikten sonra bir gün al diye bana uzattığında o dönem ne kadar üzüldüğümü hatırladım.
O gazete küpürü şu an bile evimde..

Bugün 20 sene olmuş..
Hepimiz büyüdük..
O hep 18 yaşındaki, yeşil gözlü, güzel gülüşlü, yakışıklı çocuk olarak kaldı hatıralarımızda..
Işığın bol olsun..

3 Eylül 2016 Cumartesi

Ah mazi..

Bundan 10 sene önce..
Sadece bir dikkat et sen emanetsin bize..mesajıyla başlayan tanışıklığımız,sonrasında bir aşka dönüşmüştü..
Sen bu adama aşıksın diyen kankama ve kuzenime her tipik Türk kızı gibi "Ne alakası var yaaaa!" diye saldırdığımı,sonrasında da kahkahalarla gülme krizine girdiğimizi hatırlıyorum.
Elbette ki "O" aşk değildi.
O zamanlar bilmiyordum ama aşk beni çok daha sonra bulacak ve dağıtacaktı..
Sadece bu hikayenin çok kırgın bittiğini hatırlıyorum şu anda..ve o zamanlar nefretten çıldırdığımı..
Bir daha asla adının anıldığı ortamlarda bile bulunmayacaktım.
Zaman herşeyin ilacı diyorlar ya..
Cidden öyle..
Yıllar sonra bir akşam, bir arkadaş ortamında, o adamla aynı masada çay içip,eskileri yad ederken anladım.
Zaman herşeyi siliyor..
Yıllar araya o kadar başka olaylar alıyor ki bazen düşmanlarına bile neden düşman olduğunu unutabiliyorsun..
Belki de büyümek dedikleri budur..
Benim şu an düşündüğüm ise, acaba yıllar sonra onunla da bu kadar hiçbir şey olmamış gibi karşılıklı oturabilecek miyiz?
Yoksa aşk dedikleri şeyde, zaman kavramı yok mudur?
Göreceğiz..