17 Aralık 2018 Pazartesi

Gaybana Geceler

17.12.2010
Bugün babam gideli 8 sene oldu.
Ölüm deneyimle öğrenilecek bir duygu..
İnsan kendine çok yakın birini kaybetmeden ölümün ne demek olduğunu anlamıyor.
Önceden mezarlık gördüğümde kafamı çevirir, içimden dua okurdum.
Artık mezarlık gördüğümde saatlerce izleyebiliyorum. Tek tek taşlara bakıyorum. Hepsinin birer hayat içerdiğini biliyorum çünkü.. Bilmediğim hikayelerini kafamda hayal etmeye çalışıyorum.. Hayatları nasıldı acaba diyorum? Mutlu mu yaşadılar, hangi acılardan geçtiler, neler yapmayı severlerdi, gerçekten aşık oldular mı hiç, aileleri kalabalık mıydı,onlarca ülke gezdiler mi yoksa bulundukları bölgeden hiç ayrılmadılar mı? Yapmak isteyip yapamadıkları şeyler ne? vs vs bir sürü şey düşünüyorum..
Ve ne zaman bir mezarlık görsem hayatımın geri kalanında istediklerimi yapabilecek kadar vaktim olmasını umuyorum.
Her insanın hayatının bir dönüm noktası vardır. Benim dönüm noktam bugün.
Beni yakından tanıyan çoğu insan ne kadar rahat ve güçlü olduğuma şaşırır. Kimsenin arkasından ağlamam, kimsenin peşinden koşmam, gideni hafızamdan silerim, canım istediği an kalkar dünyanın öbür ucuna giderim, canım istemezse salondan mutfağa bile gitmem, kimseye yalandan gülmem ve yalan söylemem, acıtacak derecede açık sözlü olurum bazen, beni sevmeyeni sevmem, sevsin diye uğraşmam, sevmediğime de sevmiyorum seni derim. Hiç mi üzülmüyorsun arkadaş sen? diyenlere de “Evet bende üzülüyorum ama hayatta en büyük üzüntü ailenden birinin ölümü ve ne yazık ki ben onu tecrübe ettim. O yüzden diğerleri devede kulak” deyip geçiyorum..
Burası Norveç’te çok güzel bir mezarlık. Kahvemi alıp yaklaşık 1 saat içinde dolaşıp etrafı izledim. Sonra orada bir banka oturup hayatımın ne kadar kıymetli olduğunu düşündüm..
Ve birgün sıra bana geldiğinde kendi kurallarımla iyi bir hayatı tüketmiş olmak istiyorum..
Ve bazen hala düşünüyorum..
Acaba babamın da olmasını istediği ve yapamadığı şeyler var mıydı?
Ve 8 senedir ağladığım zamanlar hep onunla son konuşmamızı hatırladığım zamanlardır..
Senin gibi zor bir adamın aynen senin gibi zor kızı olduğum için teşekkürler Baba ❤️
17.12.2018
#GaybanaGeceler

27 Temmuz 2018 Cuma

Dora.. Ruh Parçam..

Bir sabah telefon çaldı..
En nefret ettiğim şeydir sabah telefonları..
Yakın çevrem bilir sabahları ne kadar nalet olduğumu..
O yüzden çok önemli bir durum olmadıkça aramazlar..
Ekranda ablacımmmm yazıyor..
Sabah sabah..
Rüyasında mı gördü beni diye söylenirken, açtım telefonu..
"Sana bir haberim var" dedi.
"Offf abla ya bu saate mi, inşallah önemlidir" dedim.
"Ben hamileyim" dedi.
Yataktan teyzeeeeee oluyorummmm diye çığlık çığlığa fırladığımı hatırlıyorum :)
Telefonu da kapatmışım.
Çünkü önemli olan ablamın anne olması değil, benim teyze olmam.
Bencillik orada da had safhada..

Cinsiyetini bir tatilde hepimiz İzmir'deyken öğrendik.
Kız dediler..
Allahhh dedim işte bu be!
Ablamlar isim düşünürken,
Bir gün aradım ve ben buldum ismini dedim.
Eğer isterseniz ismi Dora olsun, istemezseniz keyfiniz bilir ben kendi kızım olunca koyarım dedim.
İsmi Dora oldu..
Sonra o bitmek bilmeyen alışverişler başladı benim için..
Hayatında kimse için kendinden taviz vermeyen ben,
Her şeyi O'na alır oldum..
Doğuma giderken kendim taşıyamayacağım için kolileri kargo ile önden yolladım.
Abartmıyorum koli koli..
Alışverişi abartmışım ama :)

Hayatımda mutluluktan ağladığım tek andır,
Dora' yı ameliyathanede kucağıma verdikleri an..
Anneler hep der ya "kucağıma verdiklerinde ilahi bir ışık indi" falan diye..
Ben ilahi ışığı görmedim ama o gördüğüm minnacık şeye aşık oldum..

Bugün 8 sene oldu..
Ben hayatımda bana benzer bir şeyin ne demek olduğunu Dora' da öğrendim.
Tüm hareketleri, davranış şekli, mimikleri, tutumları vs vs. benim birebir aynım.
Bana ayna oldu.
Hayatımda ilk defa koşulsuz sevmek nasılmış O' nda öğrendim.
Hayatımda ilk defa kendimden önde tuttuğum biri oldu..
Kendi çocuğum olsa bu kadar sevemem herhalde dediğim anlarda, annemin "Kendi çocuğunu daha fazla seviyorsun" demesiyle büyük korkularım başladı.
Bunun üstünde bir sevgi varsa, sanırım benlik değil diye düşünmeye başladım.
Aklımı kaybetmekten korkmaya başladım.

Dora'nın ağzından hiç teyze kelimesini duymadım.
Hep adımla hitap ediyor ve sanırım değiştirmek için çok geç kaldık.
Bana o kadar benziyor ki bazen benden nefret ediyor :)
O'nu uzaktan izlerken bile neye ne diyeceğini, nasıl tepki vereceğini biliyorum.
Çünkü O benim..
Ve bazen garip bir duyguya kapılıyorum..
Geçenlerde bir arkadaş grubunda bir arkadaşım "Artık sende evlen de bir çocuk yap" dedi.
Dora' ya "İster misin?" diye sordu.
Dora gayet cool döndü bana baktı, sonra arkadaşıma "Hayır, O böyle iyi" dedi. :)
Hissettiğim duygu da tam olarak bu..
Bir insanın çocuğunda olması gereken her şey bana Dora' da sunuldu.

O benim doğurmadığım kız çocuğum..
Ömrü hep güzel olsun..
Yaşadığım sürece ben hep bir nefes uzağında olacağım..
İyi ki doğmuş ve iyi ki benim kopyam olmuş..
Ruh parçam.. Nice mutlu senelere..

tabir-i caizse
27.07.2018


25 Temmuz 2018 Çarşamba

Hepinizi Baymak İstiyorum!

Evet..
Hem de hepinizi..
Çünkü farkettim ki, bunu ben yapmazsam, bana yapıyorlar..

Beni dışarıdan gözlemleyen insanların genelde ilk tepkisi "değişiksin" demek oluyor.
Aslında ben değişik değilim.
Sizsiniz değişik olan..
Ben gayet düzüm bence..
Ne istersem onu yapıyorum,
Nasıl istersem öyle yaşıyorum,
Duymak istediklerinizi değil gerçekleri söylüyorum
Ve herşeye objektif bakıyorum.
Duygusallık gibi saçmalıklarım yok mesela..
Size göre çooook kutsal olan duygular, bana göre saçmalıktan ibaret..
Çünkü herşeyin etkisinin çok uzun sürmeyeceğini biliyorum.
Acının da mutluluğun da..

Geniş bir çevreye sahip olmamdan mütevellit bugüne kadar yüzbinlerce hikaye dinledim, binlerce olaya şahit oldum ve artık "yok artık bu da mı olmuş?" diyebileceğim pek hikaye kalmadı sanırım.
Hepsinin gidiş yolları farklı da olsa sonuçları yüzde 98 hep aynı..
O nedenle bana bir konuda yorumum sorulduğunda direkt sonucunu söylüyorum.
Arkadaş çevremde, özellikle romantik kankalarım tarafından "öküz" "sen erkek olmalıymışsın" diye hakaretlere uğrasam da :) bu sonucu değiştirmiyor.
Sorun benim öküz olmam değil ki,
Sorun sizin gerçekleri kabul etmek istememeniz..

Yani hadi yakın arkadaş çevresinin dertlerini her türlü çekiyorum da,
bir de pek yakın olmayan arkadaş çevresi var ki evlerden ırak..
Ya kızım ben seni hiç hayatımda arayıp sevgilimle sorunlarımı anlattım mı ki sen beni arıyorsun?
Çoğu zaman toplantıdayım diye yalan söyleyip kapattığım ya da telefonlarını açmadığım bu kitle nedense bir de ısrarcı..
Sonra tekrar arıyorlar..
İşte o zaman benden günah gidiyor ve bam bam bam gerçekleri söylüyorum.
Telefonu kapattıktan sonra ağlayanlar ya da intihara teşebbüs edenler olmuş olabilir..
Kusura bakmayın, hak ediyorsunuz..

Bir sonraki yazımda bazı ilişki türlerini ve değişmeyecek sonlarını yazacağım.
Lütfen beni arayıp baymayın..
Bir sorununuz olduğunda uygun seçenekten cevabı bulun alın..
Ne siz uğraşın ne benim vaktimi çalın..
Güzin Abla'nız olamayacağım daha fazla..
Yoksa ben sizi cidden bir gün tam olarak bayacağım..

Haydi Hoşçakalın!

tabir-i caizse



24 Temmuz 2018 Salı

Yine mi ben?

Yine mi ben?
Evet :)
Yine bloga yazmayalı aylar olmuş..
Çok mu yoğunum?
Bilmem :)
Bu kimin sorduğuna ve yoğunluktan kastının ne olduğuna göre değişir. :)

2018 inanılmaz sıkıcı başladı benim için..
Günler resmen ohh bugün de bitti çok şükür tadında gitti..
Her sene şenliklerle kutladığım doğumgünümde bile hiçbir şey yapmayıp evde şarabımı yudumladım..
Durum o kadar vahimdi yani bir ara..
Sonra o vahim dediğim durum bir anda yaşam tarzıma dönüştü :)
Baktım olmuyor, işin sonu mok
Biraz değişiklik yapalım dedim..
Onda da yine ayarı kaçırdım tabi ki :)

Son 2 aydır hayatımdaki her şeyi değiştirdim.
Ama her şeyi :)
Ve bunların hepsini peşpeşe yaptım.
"Tebdil-i mekandan ferahlık vardır" sözünü ilk defa yaşadım.
Hayır daha öncede girdiğim depresyonlar sonucu elimde bavul dünyayı dolaşmıştım ama asıl mesele kalıcı olarak yer değiştirmekteymiş meğer.
Bu kadar havalı yazdığıma bakmayın, ne ülke, ne şehir, ne de semt değiştirdim :)
Evimi değiştirdim..
İşimi değiştirdim..
Ve hayatımdaki fazlalıkları çöpe attım..

Şimdi bir yandan yaptığım değişikliklere alışmaya çalışırken,
Bir yandan da bu değişim sürecini tekrar nasıl değiştireceğimi düşünüyorum :)
Değişiklik değişikliği getirirmiş derler..
Demezler, ben şimdi uydurdum.
Neyse bu tozumu atmak için başlangıç saçmalaması olsun..
Söz yazacağım sana blog..
Anlatacak çok şeyim var..
Herkesi baymak istiyorum..
Bana yaptıkları gibi..
Bunun ne demek olduğunu bir sonraki yazıda anlatacağım.

O zaman şimdilik bye!

tabir-i caizse



13 Mart 2018 Salı

Önce Schengen.. Sonra ver elini Avrupa :)


Yurtdışı gezilerimi yazmadan önce konuya Schengen vizesi ile başlayacağım.
Malum yaş itibari ile yeşil pasaport hakkımı kaybettiğimden tatil öncesi ilk halletmem gereken konu vize :)
Senelerdir Schengen vizemi hep Yunanistan üzerinden aldım.
Bunun en büyük yararı, sürekli aynı ülkeden aldığım için her seferinde süre uzuyor..
Geçen sene diğer Avrupa ülkeleri ile aramızın bozuk olduğu zamanlarda arkadaşlarım diğer ülkelerde 1 hafta 10 gün vizeyi zor alırken ben Yunanistan’dan 1 sene süreli vize almıştım.
Tabi burada dikkat ettikleri şey çıkışlarımın da hep ilk Yunanistan olması..
Zaten çok sevdiğimden ve her sene mutlaka en az 1 kere gittiğimden Yunanistan’dan vize almak benim için çok mantıklı hale geliyor..
Ya araba ile 4 saatte Dedeağaç’a geçip rakı balık yapıp geri geliyorum..
Ya da İzmir’den feribotla Sakız ya da Samos.. :)
Sonra ver elini diğer Avrupa ülkeleri..
Yunanistan vize işlemleri (İstanbul’da yaşayanlar için) Harbiye’deki Kosmos Vize hizmetlerinden halledilebiliyor.
Turizm şirketlerine extra 40-50 euro ücret ödemenize hiç gerek yok bence..
O para ile bir Yunan adasında rakı-balık yaparsınız :)
Öncelikle  www.kosmosvize.com.tr adresinden hazırlamanız gereken evrak listesine bakın ve hazırlayın.
Sonra uygun bir randevu saati alın.
Sitedeki başvuru formunu doldurun ve çıktısını alın.
Randevu günü sigorta işlemleri ve hatta fotoğraf işinizi bile orada halledebilirsiniz.
Ben hep araba ile çıkış yapacağım dediğim için arabanın ruhsatını ekliyorum. Eğer benimle gelecek olan varsa onlara da bir dilekçe veriyorum. Yani sizin kendi aracınız yoksa araç sahibi sizin için bir dilekçe ve ruhsat fotokopisini verebilir. Araç için vize evrağı olmasına gerek yok, onu zaten gümrükte halledebildiğinizden evraklarda eksik olarak sayılmıyor.
Araç ile çıkış seçeneği tercih etmemin sebebi herhangi bir uçak ya da otobüs rezervasyonu yapmama gerek kalmıyor. Oteli de zaten hepimizin bildiği gibi Booking’ den  hallediyoruz.. Hoop her şey tamam :)
Evraklarınızı bırakıyorsunuz ve ortalama 3 gün sonra vizeniz çıkmış oluyor. Yunanistan genelde ilk başvuruda bile en az 2 ay vize veriyor.. En azından benim şahit olduklarım hep öyle oldu..
O nedenle diğer ülkelerden vize almaktansa Yunanistan’dan almak hep daha cazip gelmiştir.
Vizenizi aldıysanız, bir sonraki yazıda başlayalım biraz Yunanistan’ı anlatmaya ;)

tabir-i caizse

28 Şubat 2018 Çarşamba

Hayat kısa, yollar uzun..

Gezmeyi sever misiniz?
Ben bayılırım..
Bayılmaktan da öte hatta..
Benim terapi yöntemimdir seyahat..
Ne zaman canım sıkılsa,
Kendimi bir kaçış planı yaparken bulurum..
Psikoloğa vereceğim parayı uçak biletine vermeyi her zaman mantıklı bulmuşumdur..
Gittiğim yerlerden hep,
"yaaa ne kafamıza takıyoruz,insanlar hayatını yaşıyor" kafasında döndüm hep :)
Normalde salondan mutfağa gidip su almaya üşenen ben,
Hadi gidiyoruz dendiğinde yarım saat içerisinde uzun bir yolculuğa hazırlanabilirim..

Çok gezdim, çok gördüm..
Artık biraz da gezdiğim yerleri yazsam iyi olacak..
Çok gezen biri olarak bende öncesinde insanların yazdıklarını dikkate alıyorum çünkü..
Bilmediğimiz yerlerde hem zaman kaybını önlüyor..
Hemde kısıtlı vakti en verimli geçirmemizi sağlıyor..

Nereden başlasam?
Tabi en sevdiğim, rahat ettiğim ve birkaç kez üst üste gittiğim ülkeden..
Sonraki yazı..
Yunanistan ;)

tabir-i caizse...

22 Şubat 2018 Perşembe

Hayaller.. Hayatlar..

Hepimizin hayatı hayallerimiz ve hayatlarımız şeklinde ilerlemiyor mu?
Hayır ilerlemiyor..
En azından hepimiz için değil..
Bazıları var ki..
Hayalini kurduğu herşeyi elde ediyor..
İşte ben o insanları çok seviyorum..
Çünkü bende onlardan biriyim :)
Hayalini kurduğum herşeyi, kafamda en ince ayrıntısına kadar detaylandırıyorum..
Sonra yapmam gereken şeyleri sıralayıp çalışmaya başlıyorum..
Bazen hepsi kısa süreçte olmuyor ama..
Eninde sonunda daha iyisi ile oluyor..
Hayat hiçbir çabanın karşılığını boş bırakmıyor..
En basiti..
Sahip olmak istediğim bir eşya için çalışırken,
Süreç uzarsa,
Bir bakıyorum daha iyisine sahip olmuşum..
Arada çalışmayı bırakmıyorum çünkü..
O vazgeçmeme durumu da bana fazlası olarak geri dönüyor..

Bu saçma yazıyı neden mi yazdım?
Yeni bir hayalim var.
Ve ben bunun için,
Bu yaşta oturup öğrenci gibi ders çalışmaya başladım :)
Ve kafamda belirlediğim süre sonunda,
Eminim en iyisini yapacağım.

Hayat bana bazı işaretler göndererek bunu yapmamı kaçınılmaz kıldı..
Hayat sizi gerçekte neden var olmanız gerektiği gerçeğini bulana kadar zorlar..
Sürekli o yola doğru ittirmeye çalışır.
Ve benim için başardı sanırım artık.
Ben ne yapacağımı ve bir süre sonra neye sahip olacağımı artık biliyorum.
Şimdi onlar düşünsün ;)

tabir-i caizse..

26 Kasım 2017 Pazar

Şarap sensin..

Alkol direnci yüksek bir insan olarak hayatımın hiçbir döneminde şaraba ilgi duymamıştım.. Kızların, " Kızım nasıl içmezsin ya? Hem romantik, hem de kadının eline çok yakışıyor.." demelerine rağmen defalarca birer yudum alarak zorlasam da şarapla aram hiç iyi olmadı..

Her insanın hayatında 1 kere aşık olup 1 kere dibe vurabileceğini savundum hep..
Çünkü bende öyle oldu..
Zirveyi gördükten sonra,
Dibe çakılma sürecin hem çok hızlı,
hem de çarpmanın etkisi ile baya sert oluyor..
Öyle vurup ivme kazanıp bir anda da yükselemiyorsun..
Öyle hızlı vuruyorsun ki..
Çakılıyorsun..
Kendini kurtarman içinde bir elin tutup seni çekmesi gerekiyor..

İlk çakıldığım anda ki acımı hala hatırlarım..
Otoparkta direksiyonu yumruklaya yumruklaya,
bağıra bağıra saatlerce ağladığımı,
benim kare as kankalarımı hıçkıra hıçkıra aradığım anı..
Sonrasında aylarca elimde mor bir bavul,
şehir şehir, ülke ülke gezdiğim ve çok eğlendiğim günlerimi..
Ama kendimle başbaşa kaldığım anda tekrar geri dönen acıyı..
Bir sürü etkinliğe üye olup vaktim kalmayana kadar dışarıda vakit geçirdiğim günlerimi..
Ama kendimle başbaşa kaldığım anda tekrar geri dönen acıyı..
Dostlarımla, arkadaş grubumla saatlerce güldüğüm günlerimi..
Ama kendimle başbaşa kaldığım anda tekrar geri dönen acıyı..
Hiçbir şey yokmuş gibi davrandığım günlerimi..
Ama kendimle başbaşa kaldığım anda tekrar geri dönen acıyı..
Dua etmekten kafayı yediğim günlerimi..
Ama kendimle başbaşa kaldığım anda tekrar geri dönen acıyı..

Bir süre sonra bu sürecin çok fazla uzadığını ve bir şekilde bundan kurtulmam gerektiğini fark ettim.

Tanışmamız da tam o günlerin ortasında bir yere denk geldi..
Doğum günümden hemen sonraki günler..
Bahar müjdesi..

Bunu bir dene dedi..
Bana bir şarap bardağı uzattı...
Kadeh değil bardak..

Sonrasında İstanbul'a dönünce ilk işim bir şişe şarap ve kadeh almak oldu..
Rastlantı mıdır yoksa kaderimin oyunu mu bilemediğim Rose'nin anavatanı denen bir Güney Fransa tatili sonrasında da,
o kadeh elimden hiç düşmemiştir..

Ona hiç aşık olmadım..
Ama onu  sevdim..
Sevgili desen değil,
Arkadaş desen değil,
Hiçbir şey olup aslında her şey olan,
Gözümü üstünden hiç ayırmadığım,
Ama yokluğu da asla beni üzmeyen,
Kendisi gibi :)
Kare asın yine mi bla bla bla dediği..
Varlığını sevdim..
Uzakta oluşunu sevdim..

O hiç bilmedi..
Benim nasıl ona gittiğimi,
O hiç bilmedi..
Beni nasıl bir dertten kurtardığını..
O hiç bilmedi..
Bana verdiği gizli huzuru..
O hiç bilmedi..
Sırf o seviyor diye benim de yaptığım şeyleri..
O hiç bilmedi..
İsmini gördüğümde 360 a çıkan nabzımı.. :)
O hiç bilmedi..
Aynı zaman dilimini tekrar yaşamak isteyip, aralıksız anlatmak istediklerimi..
O hiç bilmedi..
O görüp gitmesin diye sakladıklarımı..
O hiç bilmedi..
Beni dipten çekip çıkaran elin kendisi olduğunu..
O hiç bilmedi..
Ne kadar beklediğimi..


Ve şimdi..
Yani aylar, hatta yıllar sonra bile diyebiliriz..
Bağımı koparıyorum..
Artık..
Yeni bir şansı hak ettiğimi düşünüyorum..
Bu kadehimi de senin şerefine, bana o şarabı uzattığın,
Ege kıyılarına doğru kaldırıyorum..

Sen benim sarhoşluğumsun,
İki kelimeyi bir araya getiremediğim!..

Hoşçakal..
İyi ki vardın..
05.16



Yine,yeni,yeniden..

Aylar sonra.. Merhaba,

"Aylar sonra" yazarken ne kadar kolay..
Ama aylar yaşanırken bazen hiç de o kadar kolay olmuyor..
Yaklaşık 6 aydır bloga hiç uğramamışım..
Zaman dilimi olarak baya kısa görünse de,
Benim için uzun bir süreçti..
Çok güzel ve tabi ki çok ilginç anlarım ve anılarım oldu yine..
Hayatımda değişen şeyler oldu..
Gel-gitlerim oldu..
Kahkahalarım ve gözyaşlarım oldu..
Merhabalarım ve elvedalarım oldu..
Başlangıçlarım ve bitişlerim oldu..
Herşeyin başı sağlık dediğim anlarım oldu..
Hayatım için verdiğim önemli kararlar oldu..
Hayatım için vazgeçtiğim kararlarım oldu..
Yeni bir bebeğimiz oldu..
Oldu da oldu işte..
Size de anlatacak bir sürü konum oldu..

Bu yazıyı giriş olsun diye yazıyorum..
Elim klavyeye alışsın biraz diye..
Uzun zamandır o kadar çok yazmak isteyip yazamadım ki,
Bu başlangıç olsun diye..

Merhaba,
tabir-i caizse..
ben geldim, tekrar..
yine,yeni,yeniden..

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Ben arabaya binmem!

Ortaokul son sınıfa geçtiğim yaz..
Babam Çeşme'ye gelirken bir trafik kazası geçirdi.
Birkaç ay hastanede kaldı.
Annem başında sürekli refakatçi..
Ablam üniversiteyi şehir dışında okuduğu için yok..
Ben evde yalnız olduğum için benden 8 yaş büyük bir kuzenimde hem benimle kalması, hem de annemin dükkanına göz kulak olması için İzmir'e getirildi.
Benden 4 yaş büyük bir diğer kuzenimde Ege Üniversitesi' nde okuduğu için İzmir'de diğer halamın evinde kalıyor.. Yan sokakta :)
Dolayısı ile üçümüz 7/24 beraberiz.
O dönem İzmir'in yerel radyo kanallarından birini dinliyoruz sürekli..
Nasıl olduğunu hatırlamıyorum ama DJ ler ile bir şekilde tanışıyoruz ve arkadaş oluyoruz.
Bir gece bizi radyoya davet ediyorlar..

Karşı komşumuz tam bir dizi karakteri..
Hani sen daha kapıyı açmadan kapıyı açanlardan..
Kapıda tahminimce mayın döşeli..
Bastığın anda kapıyı açıyor..
Her şeyden haberi var..
Tam bir ayaklı gazete..
Allah rahmet eylesin..
Çok anım var kendisi ile ilgili..

Neyse biz bir gece ,bir şekilde onu atlatıp, mayın tarlasına basmadan evden çıkmayı başarıyoruz.
İlk bulduğumuz taksiye atlayıp bizi şuraya götür diyoruz..
O zamanlar cep telefonu falan yok..
Şöför bizi bir meydanda indiriyor..
O sırada el arabası ile çöp toplayan bir adamdan başka kimse yok sokaklarda..
Dönüp dolaşıp adresi bulacağız derken kayboluyoruz..
Bir sokağa giriyoruz..
Köpek kovalıyor..
Ondan kaçarken yolumuzu iyice şaşırıyoruz..
Sonra peşimize bir araba takılıyor..
Korkuyla ilk bulduğumuz apartmana dalıyoruz..
Ben koşa koşa 1. kata çıkıp ilk kapıyı çalıyorum.
Yaşlı bir amca kapıyı açıyor..
Acilen telefonlarını kullanmam gerektiğini söyleyip arkadaşımı arıyorum.
Neredesiniz? diye sorunca bende amcaya soruyorum..
Amca tarif ediyor ama arkadaşım bilmiyor..
Siz en iyisi taksiden ilk indiğiniz yere gelin, sizi oradan alayım diyor.
Biz gecenin bir yarısı hiç tanımadığımız bir evden teşekkür ederek çıkıyoruz..
Aşağıya indiğimizde bizi takip eden arabanın kapının önünde beklediğini görüyoruz..
Tam geri dönüp amcaya sığınacağız ki..
Eşinin "Deli misin sen? Adresi verdin. Gördüler şimdi bizi yaşlı, evi soyacaklar. Arkadaşlarını çağırdılar.Polisi ara hemen!" diye bağırdığını duyuyoruz..
Dışarı çıksak araba bekliyor, içeride kalsak polis götürecek :)
Kuzenlerime bekleyin ve ben koşun dediğimde peşimden koşun diyorum.
Aralarında en küçük ben olmama rağmen en akıllı da o zamanlar benmişim :)
Annemin beni emanet ettiklerine ben sahip çıkıyorum resmen..
Arabadaki adam radyo ile oynadığı sırada start verip koşun diyorum..
Ters yöne koşmaya başlıyoruz.. Koşarken sağda dağ gibi bir yere tırmanan merdivenler görüp oraya sapıyorum..
Nefes nefese tepeye kadar tırmanıyoruz..
Tam tepede dinlenirken 1-2 sarhoşun bir demir parmaklıklara yaslanmış içtiğini görüyorum.
Gecenin karanlığında parmaklıklardaki yazıyı okumaya çalışıyorum..
Yazıyı okuyup, çığlığı basıp yola doğru koşmaya başlıyorum.
"Hz. ....... Yatırı" :)
Pis sarhoşlar, onlarda çarpılmıştır kesin..
Biraz uzaklaştıktan sonra yürümeye başlıyoruz..
O arada ben aralıksız benden yaşça büyük ama beyince küçük kuzenlerime sövüyorum.
14-15 yaşındayım daha yaşadığım geceye bak!
Yürürken bir tıkırtı duyuyorum..
Taksiden ilk indiğimizde gördüğüm çöpçü..
Bir çöpü karıştırıyor..
Hemen yanına koşuyorum..
Bizim saf kuzenlerde peşimden..
"İyi geceler.. Bizi hatırladınız mı? 2 saat önce falan bir meydanda karşılaşmıştık ya, bizi oraya götürür müsünüz?" diyorum.
Adam önce suratıma boş boş bakıyor..
Sonra.. "Tamam arabam ilerde, götürürüm" diyor.
O arada arkadan kuzenimin sesi geliyor.
"Kusura bakmayın ben arabaya binmem!" diyor.
Ben o an gülmekten katılıyorum.
2 kuzenim anlamsızca bana bakarken, adam "Zaten binemezsin kardeşim, el arabası, çöp topluyorum ben onunla" diyor..
Hepimiz gecenin o sessizliğinde gülmekten katılmak deyiminin hakkını verircesine katılıyoruz :)
Sonrası mı?
Adam bizi o meydana götürüyor.
Arkadaşımız gelip alıyor.
Sonra biz uzun bir süre canımız sıkılınca geceleri karşı komşuyu atlatıp radyoya gitmeye başlıyoruz :)
Ve hiç kimseye yakalanmıyoruz..

Umarım annem blogumu okumuyodur :)

O zamanlar çılgınlık sandığım şeylerin, şu anda cahil cesaretinden başka bir şey olmadığını görüyorum.. Ve eminim olduğum bir şey de bir gün çocuğumun evde tek kalması gerekirse kesinlikle kuzenleri ile kalmayacağı..

;)








28 Nisan 2017 Cuma

Yolun yarısı..

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.


Cahit Sıtkı'nın bu şiirini ortaokul yıllarımda bir yarışmada okumuş ve derece almıştım..
Ödülüm bir dolma kalem miydi yoksa bir kitap mı hatırlamıyorum ama,
O günlerde tek bildiğim 35 yaşın bana çok uzak olduğuydu..
O zamanlar 35 ime geldiğimde muhtemelen evli,çocuklu bir teyze olacağıma düşünüyordum.
Evet teyze oldum,ama gerisini olamadım :)
O da sağolsun ablam sayesinde oldu..


Ve bugün o gün :)
Artık bende dolu dolu bir 35'im..
35 sene önce bugün apar topar annemi hastaneye koşturttuğum gün..
Dünyaya gelmek için sabırsızlanan 6,5 aylık bir bebek..
Hemde en çirkininden..
Nasıl bir yaşama azmim varsa tutunmuşum da hayata..
İlla yaşayacağım da yaşayacağım diye :)


Nedense aklıma gelen ilk hatıra..
25. doğum günümde bir oyun sonrası ceza alıp, sokağın ortasında bağıra bağıra "İyi ki doğdum, gördün mü 25 oldum" diye şarkı söylediğim sahne..
Onun üzerinden bile tam 10 sene geçmiş..
35..
Memleketimin plakası olmasından mıdır nedir kulağıma çok hoş geliyor nedense :)
Tabi bir de "Aaa hiç 35 göstermiyorsun" diyenlerin gazlamaları..
Geriye dönüp baktığımda mutluyum..
Güzel bir hayatım oldu..
İyi bir ailem, gerçek dostlarım,eğlenceli arkadaşlarım oldu..
Sevdiğim insanlarla çok eğlendim..
Hatta o kadar eğlendiğim zamanlar oldu ki.. bu nasıl bir hayat yahu dedik..
Üzüntüden süründüğüm günlerim de oldu, bulutların üstünde uçtuğum günlerimde..
Ağlamaktan içimin çekildiği anlarda "Bu nasıl hayat ya!" diye isyan ettiğim zamanlar oldu..
Hiç geçmeyeceğini sandığım zamanlar yaşadım..
Kayıplarım oldu..
Beni üzen insanlar oldu..
Yarı yolda bıraktıklarım, yarı yolda bırakanlarım oldu..
Ama her geçen yaşımda hayata dair bir şeyler öğrendim..
20 li yaşlarda her sene büyümek sandığım şeyin,
Zaman ilerledikçe olgunlaşmak olduğunun farkına vardım.
Ama ne olursa olsun hayatımın ilk yarısı benim için güzel geçti..
Eğer bunu fragman sayarsam, ikinci yarı daha iyi geçecek sanki..
En azından ben kendimi öyle motive ediyorum.. :)


Hayatımın ilk 35 senesine iyi ya da kötü herhangi bir şekilde dahil olmuş herkese teşekkür ederim.
Bugünkü tabir-i caizse sizin eseriniz :)
Hayatımın geri kalanında da yanımda olacak ve asla değişmeyecek insanlara da sabır dilerim :)
Bilirler benimle hayat çok hareketlidir..

2. yarıda da sizi şaşırtmayacağım dostlar..
Yeni yeni süprizlerle karşınıza geleceğim..
Ve şu an tanıdığım yada tanımadığım hayatıma dahil olacak insanlar..
Şimdiden size de hoş geldiniz diyeyim :)

Şimdi ben kendime kadeh kaldırmaya gidiyorum..
Fona da Ayten Alpman’dan “Her yaşın ayrı bir güzelliği var” ı açıyorum..
İyi ki doğmuşum yahu! ;) 


8 Mart 2017 Çarşamba

Açılın ben geldim :) Facebook'a dönüş VoL I.

Yaklaşık 5 sene önce, eski erkek arkadaşım ile kapanacak bu facebook polemikleri ile kapattığım,  ayrılık sonrasında da kullanıp ne yapacağım yahu dediğim facebook profilimi geçen hafta açtım..
Neden mi açtım?
Valla çok gerektiğinden değil aslında..
Sırf kıllığına açtım :)

Çünkü kapanacak diye kendini parçalayanların, ayrılık sonrasında da koşa koşa ilk iş hemen kapalı hesaplarını açanların aksine, sosyal medyayı onu bunu bulmak için kullanmışlığım pek yoktur..
Zaten bulmak isteyen her yerde bulur. Ama genelde kapattıranlar "kişi kendinden bilir işi"cilerdir :)

Annem, günümüz anneleri gibi tam bir facebook hastası..
Herkesi stalklıyor..
Her şeyi beğeniyor..
Facebook'tan dünyayı yönetiyor sanki..
Geçen hafta bir baktım kapak fotoğrafı yine ben..
Bu iş böyle olamayacak, en iyisi bende olayım da, kontrollü gidelim bari dedim :))
Gözün aydın bende açtım dediğimde, sevinçten havalara uçtu :))
Orada olunca ne oluyor tam anlamış değilim ama..
Gerekli uyarıları yaptım..
İlk birkaç gün bilerek uzak durdu..
Ama dayanamıyor..
Bugün ilk yorumunu yaptı..
Bakalım neler olacak? Biliyorum durmayacak çünkü..
Abartırsa annem demem silerim listemden :)
Onun da farkında :)

Çünkü sinirlendiği kişinin doğum gününde duvarına "Senin doğduğun güne lanet olsun" yazacak kadar açık sözlü bir annem var :)))) duyduğumda 1 saat aralıksız gülmüştüm :))

Ama arkadaş şunu anladım ki, ayrılıktan daha zor bir şey varsa o da arkasını temizlemek :)
Sil sil bitmiyor..
Fotoğraflar,yorumlar,gidilen mekanlarda check-inler :)
Tam ohh bitti diyorum..
Alakasız bir yerden bir yorum çıkıyor :))

Üzerinden çok zaman geçtiği için sanırım, çoğunu kahkahalarla gülerek okudum..
Çoğunu hatırlamadım bile..
Bazılarına çok şaşırdım..
Sonra karşılıklı ikiyüzlülükleri gördüm..
Her şey nasıl başlamış, nasıl bitmiş dedim..
Zaman nasıl bir şey gerçekten..
Her şeyin üstünü nasıl kapatıyor yavaş yavaş.
Belki de bu kadar beklememin sebebi, tam da bu aşamaya gelmekmiş diye düşündüm..
Maziyi sadece bir film gibi hatırladığın, ama kılının bile kıpırdamadığı bir an..
O kadar yabancı kaldığın an..

Aslında itiraf etmeliyim ki bir araştırma yapmak için açmıştım..
Baktım ki ortalık benim için süt liman, kalsın da annem sevinsin bari dedim :)

Ama bunun bir de eski arkadaşlar boyutu var..
Şu an ölmüş dirilmiş yada gurbetten dönmüş muamelesi görüyorum..
Herkes sen yaşıyor muydun modunda :)
Yahu facebook kullanmıyorum diye ölmem mi gerekiyordu?
Hasta mısınız siz? :)
Zaten siz niye kullanıyorsunuz anlamış değilim.
1 hafta olmasına rağmen acayip sıkıldım ben..
Ana sayfa tam bir çöplük..
Herkes siyasetçi herkes şair..
Özlü sözlerden fenalık geldi..
Akrabaların gereksiz iltifatları da cabası..
Hayır yorum yazmasa olmaz..İlla yazacak..İlla..
Onlar güzelsin maşallah yazmazsa, bir anda çirkinleşeceğim sanki :)

Sevgili arkadaşlarım şimdilik beni her check-in e ekleyebilirsiniz :)
Son 1 senedir ben facede yokum ki deme derdinden de kurtuldum böylece :)
Ama çok alışmayın, beni baydı şimdiden..
Her an yok olabilirim :)

Neyse..
Şimdilik..
tabir-i caizse is back..






2017 Yılbaşı.. Reina..

2,5 aydır nedense elim bir türlü yazmaya gitmedi..
2017 ye yeterince kötü başladığımdan olsa gerek, bir süre o moral bozukluğu ile ortalıkta dolandım..
Sonrasında da iş, güç vs. derken bir bakmışım bloga yazmayalı aylar olmuş..


Yılbaşı için İzmir'den Su geldi..
Kuzenimin davetiyle yılbaşı gecesini geçireceğimiz SuAda'ya gittik..
Zaten giderken de geç kalmıştık..
Saat 22.30 civarı Reina'nın önünden geçerken yığınla polisi gören Su, burası neresi diye sordu?
Reina dedim..
Gece programdan sonra kesin buraya geliriz..Görürsün..

2017'den çok umutluyuz..
2016 zaten benim için süper geçmiş, 2017 de öyle olacak diyorum sürekli..
Konfetiler, şarkılar türküler eşliğinde Cengiz Kurtoğlu ile 2017 yi karşılıyoruz..
Ardından Ümit Besen çıkıyor sahneye..
O arada program bitse de Reina'ya geçsek muhabbeti başlıyor..
Programın son 15 dakikası bir haber geliyor..
Kuzenim kolumdan tutup hemen çıkın buradan diyor..
İlk başta SuAda'da bomba ihbarı var sanıyorum..
O sırada hemen emniyeti arayın Reina çatışma varmış deniyor..
Su ile birlikte ilk tekne ile hemen karşıya geçiyoruz..
Alkol alacağımız için taksi ile gelmiştik..
Ancak hiçbir taksi durmuyor ya da dolu..
SuAda'nın girişinde yoğunluk oluşmaya başlıyor..
Derken Kuruçeşme trafiğe kapatılıyor..
Kuzenim bizi Kuruçeşme Balıkçısı'na aldırıyor..
İçeride bir biz, bir de çalışanlar var..
Camdan olup bitenleri, defalarca git gel yapan ambulansları izliyoruz..
Tam bir can pazarı..
Bir taraftan Su "Bende hata zaten yeni yıla seninle giriyorum, olaysız olur mu hiç?" diye söyleniyor..
Bende içimden "Pes artık diyorum..15 Temmuz'da köprüde önünü kestiler akıllanmadın, yılbaşında yine olayın içine düştün kızım" diyorum..
Bütün gece kavga edenler, polisler, gazeteciler eşliğinde bir arkadaşım gelip bizi alana kadar Kuruçeşme Balıkçısı'nda mahsur kalıyoruz..
Sabaha karşı evime ulaştığımda, yine ölümü teğet geçtiğimin hissi dank ediyor..
Ya saldırı 15 dakika sonra olsaydı.. Kesin bizde ölecektik hissi baskın gelmeye başlıyor..
Birkaç gün sonraki İzmir saldırısı ile iyice depresyon moduna girip 10 gün aralıksız herşeye ağlar bir moda giriyorum..
Teröre lanet olsun.. Nasıl kıyıyorsunuz masum insanlara..
Kaç insanın canını yaktınız..
Daha hangimizin canını yakacaksınız?
Ocak ayı sanki 3 ay sürüyor..
Bir türlü bitmek bilmiyor..

İşte o dönemde de bloga yazmak hiç içimden gelmediği için bir süre buralardan uzaklaşıyorum.
Neyse ki bu kadar ara yeter diyorum..
Ve bugünden itibaren yazmaya devam ediyorum..

2017 berbat başlamış olsa da,
İnanıyorum..
Herşey çok güzel olacak..

tabir-i caizse


17 Aralık 2016 Cumartesi

Bir Damla Gözlerimde..Babam'a..

Ablamın doğumu nedeniyle annem uzun süredir onların yanındaydı..
Babam İzmir'de tek kaldığından olacak ki, sürekli annemi gel artık ben sıkılıyorum diye arayıp duruyordu..Ee annem de n'apsın yeğenim daha bebek dönemiyor..
En sonunda bir gün baktım babam o hiç sevmediği şehre yanlarına gitmiş..
Aslında o zaman anlamalıydım ciddi bir şeyler olduğunu..
Bir süre sonra ablamda doğum izninde olduğu için hep beraber İzmir'e geri döndüler..
Ben kendimi bildim bileli babam hep hastayım dediğinden yine aynı şeydir diye ciddiye almıyorduk..
Normalde dışarı çıkarken bile sağlık karnesini mutlaka yanında taşırdı..
Ev bildiğiniz bir eczane zaten..
Canı sıkıldıkça doktora giderdi..
Ablam doktor olduğu için çok gururlu, beni doktor yapamadığı içinse kızgındı :)
Ama şunun da farkındaydı ki..
Ben onun birebir kopyasıydım..
Bir insanın huyları bu kadar mı benzer..
Özellikle huysuzluğu..

17 Ekim 2010
Babamın bir süredir sızlanmaları devam ettiği için ablamla hastane hastane geziyorlardı..
2 Özel hastane hiç birşeyin yok dese de iyileşmediği için, başta "Asla o hastaneye girmem..Hangi arkadaşım girdiyse kefeniyle çıktı oradan!" dediği hastaneye gittiler..
Akşam işten geldim.Tam arabadan indim telefonum çaldı..
O dönem oturduğum apartmanın geniş mermer bir girişi vardı..
Telefonu açtım..
Ablam..
Gayet soğuk bir ses tonu..
Naber nasılsın? faslını geçtik.
Babamı o hastaneye götürdüm bugün dedi..
Eee dedim? Sessizlik.. Abla? abla? ses yok..
Bir anda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı..
"Babam" dedi.. "Akciğer kanseri son evre..Doktor en fazla 2 ay yaşatabiliriz dedi.."
Türk filmlerinde olurdu böyle şeyler..
Saçmalama Allah aşkına..
Benim o bir bakışı ile yeri göğü inleten babam mı ölecek yani?..
Şaka mı bu?!
O an yer yarıldı içine girdim ne demekmiş öğrendim..
O mermere dizüstü çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım..

Sonraki süreçte her fırsatta İzmir'e gidiyor geliyor.. Babamın yanında hiçbir şey yokmuş gibi doğal davranmaya çalışıyordum.. Ama o yemek yiyemediğinde, su içemediğinde, her geçen gün zayıfladığında bende içten içe eriyordum..
O dönem üzüntüden benim de vücudum bir anda isyan etti ve kollarım bacaklarım yaralarla doldu bir gecede.. Babam gördüğünde çok üzüldü.. Neye sıkıldın bu kadar dedi.. Cevap veremedim..Sen öleceksin ve ben bunu bildiğim halde hiçbir şey yapamıyorum diyemedim..
Telefonumu sürekli yanımda tutuyordum..
Ve her çaldığında zıplıyordum..
Acaba kötü bir haber mi diye..

Babamı en son ölümünden 10 gün önce gördüm..
Hayatımda ilk ve son defa babamla çok farklı bir konuşma geçti aramızda..
Ellerimi ellerinin arasına aldı..
Benim ne kadar güzel ve değerli olduğumu, beni nasıl görmek istediğini anlattı..
Ben o konuşmayı ne zaman hatırlasam şu anda olduğu gibi gözyaşlarıma engel olamam..
Sertab'ın bir damla gözlerimde şarkısında da nerede olursam olayım o anı hatırlarım ve bir damla yaş gözümden akar..

16 Aralık 2010 Perşembe
Hafta sonu İzmir'e gitmek için plan yapıyorum ama bir yandan da işlerim o kadar yoğunki İstanbul'dan da ayrılamıyorum..
Öğlen saatlerinde babamı aradım..O son konuşmamızdı..
Annem aldı telefonu..
Baban sürekli seni sayıklıyor dedi..
Gelse de sarılıp uyusam diyor..
Tamam dedim,geleceğim..

17 Aralık 2010 Cuma
Hani bazı sabahlar bilirsiniz..
O gün kötü bir şey olacak..
Bütün gün dokunsalar ağlayacak modunda ve acayip gergin bir şekilde dolandım ofiste..
Cam kenarında, bütün ekipleri göreceğim şekilde masamın ortaya yerleştirildiği ,
 yaklaşık 300-350 m2 büyüklüğünde açık ofis olarak dizayn edilmiş bir ofiste çalışıyordum.
Bir ara kapıya sigara içmeye çıktım..
O anda acaba babam ölürse, o sırada ben nerede olacağım diye geçirdim aklımdan..
Yerime dönüp oturdum,telefonum çaldı..
Annem.. Hemen gel baban ölüyorrrr diye bağırdı..
Ben o refleksle ofisin sonundaki kapıya koştuğumu hatırlıyorum..
Ablam da bende şehir dışındayız.. Annem tek..
O arada nasıl akıl ettiysem Su'yu aradım hemen.. "Su! hemen hastaneye git..Babama bir şey oldu sanırım..Annem ölüyor diyor ama ölemez.. Git beni hemen ara..Baban yaşıyor de.."deyip kapattım..
Bende bir gariplik olduğunu farkeden ekibimde peşimden koşmaya başlamış bir anda..
Derken ablam aradı.. Babam öldü diye çığlık çığlığa..
Bu sefer ben tekrar masama doğru koşmaya başladım..
Çaresizlik nedir biliyor musunuz?
İşte çaresizlik budur..
O an olmanız gereken yerde olmadığınız için nereye koşsanız fayda etmez..
Bir yere gidemeyeceğimi, yetişemeyeceğimi,artık çok geç olduğunu anladığımda ofisin ortasında dizlerimin üstüne düşüp avazım çıktığı kadar çığlık atmaya başladığımı hatırlıyorum sadece..
Bu nasıl bir acı? Tarif edilemeyen..
Tam 15 dakika sonra Su beni aradı. "Annenin yanındayım. Uçak saatini haber ver seni alandan alacağız" dedi ve kapattı!
Baban yaşıyor demedi!.. Kapattı!..
Ben o gün telefonumun sesini kapattım..
Ve 6 senedir acil bir durum olmadıkça benim telefonum çalmaz..
Hep sessizdedir.

Havaalanından direkt hastaneye gitmek istesem de götürmediler..
Eve girdiğimde babamın boş yatağını gördüğüm an zaman durdu..
Bir süre ağlayamadım..

Ablam Doğu'da görev yaptığı için hemen uçak bulamadı..
Sabaha karşı bir uçakla geldiler..
Hastanenin bahçesine aynı anda girdik..
Ablamla göz göze geldiğimiz anı hatırlıyorum..
İki insanın bir acıyı aynı derecede hissedebileceği anlarda varmış..
Ve o an geldi..
Taşkınlık yapmayacağıma dair söz istediler..
Söz dedim..Sadece bakacağım..
İçeri aldılar beni..
Eskiler hep der.. Birinin gözleri açık gittiyse, biriyle ilgili uhdesi vardır..Ve gözlerini ancak o kapatır..
Babama baktım son kez..Gözleri aralıktı..Ellerimi gözlerine götürdüm..Kapandı..
O anda yer ayağımın altından kaydı..Beni kim nasıl çıkardı oradan hayal meyal hatırlıyorum..
O güne ait hatırladığım başka bir şeyse..
Mezarın başında babamın toprağa verilmesini izlerken, tam kabre yerleştirildiği anda bayılacakken, Su'yun elimi sıkıca sıkması..
İnsan herşeyi unutuyor ama böyle anlarda kimin yanında olduğunu asla ama asla unutmuyor.

Hiç kimse ailesinden birini kaybetmedikçe acı yaşamış sayılmıyor bana göre..
Önceden ne boş şeylere ağlarmışız diyorum..
Ama şöyle bir durumda var ki..
Kaybettiğinin yerine koymaya çalıştığın insan, eğer bu zaafını biliyorsa senin canını daha çok yakabiliyor..
Onu da deneyimledikten sonra bir daha kolay kolay canın falan yanmıyor..
Çünkü kimsenin babanın yerine koyacak kadar adam olmadığını anlıyorsun..

Bir kızın babası gidince hayatından çok şey gidiyor..
En önemlisi onu bu hayatta karşılıksız seven tek erkek gidiyor..
Biri üzdüğünde "Sen kimsin benim kızımı üzüyorsun?" diyecek otoritesi gidiyor..
Çocukluğu gidiyor..
Gençliği gidiyor..
Anıları gidiyor..
Baban ölünce büyüyorsun..
Büyümek zorunda kalıyorsun..
İlk başlarda çok ağır gelen yokluğunu, hatıraları ile doldurmayı öğreniyorsun..

Bugün ben babamı kaybedeli tam 6 yıl oldu..
Akşam yemeklerinde 1 kadeh içip güzel sesiyle şarkı söyleyişini özlüyorum bazen..
Bazen kızmalarını..
Bazen annemin baban duymasın bak! tehditlerini..
Bazen bu kız aynı sana benziyor,huysuz.. dendiğinde babamın bıyık altından gülmesini..
Ona sarılıp kokusunda uyumayı..
Bazen.. bazen..
Bazen değil hep bir şeyleri özlüyorum aslında..

O benim hep eksik yanım olarak benimle yaşamaya devam edecek..
En mutlu günlerimde gözlerim boşluğa bakıp onu arayacak..
Ve belki bir gün o harmandalıyı onun şerefine tekrar oynayacağım..Ağlaya ağlaya..

Seni Seviyorum ve Özledim Baba'm..

17.12.2016









14 Aralık 2016 Çarşamba

Aşk bir hastalık hali..

Genel olarak aşk insanı olmamakla beraber bugüne kadar yaşadıklarım ve etrafımdaki ilişkilerden gözlemlediğim kadarıyla aşk denilen şey tamamen bir hastalık hali..
Grip gibi, zatürre gibi, verem gibi..
Hatta bazıları var ki..
Bildiğin akciğer kanseri..
Her hastalığın başında insanın etrafından gördüğü ilgi hoşuna gider..
Bir süre sonra her şey olağanlaşır..
Başta hoşunuza giden hastalık hali sizi ele geçirmeye başlar..
Yavaş yavaş tükenmeye başlarsınız..
Ben bu hastalıktan sağ salim kurtulmuş çok az ama cidden çok az insan gördüm..
Kimi hafif bir grip gibi atlatır..
Sonra yeniden denemek ister..
Kimisi de bir akciğer kanseri gibi atlatamaz..
Ve bütün kapılarını kapatır..
Ama sonuç hiç değişmez..
Bünye bir kere hasta olduysa ya da en azından yanına bile yaklaştıysa kendini savunmaya alır..
Önceki hastalığından ya da hastalıklarından edindiği tecrübeleri uygular..
Sıkı giyinir, cereyanda kalmaz..Vitamin alır, yediklerine dikkat eder ya da mezar yeri bakar :)
İşte aşkta aynen böyle bir şey..
Bir insanın bir kere canı yandıysa bir sonrakinde hep önlem alır..
Ama aslında hep unuttuğu bir şey vardır..
Peki sen bu önlemleri neye karşı alıyorsun?
Nereden biliyorsun karşındakinin başından geçenleri, ne hissettiğini..
Ya sen sadece grip olup karşındaki zamanında verem olmuşsa?
Ya sen verem olup karşındaki sadece griple atlatmışsa..
Ya karşındaki akciğer kanserinden ölmüş ama aslında yaşıyor numarası yapan biriyse?
Herkes kendini korumaya çalışırken aslında yanlış tedavi yöntemleri kullandığını bilmez..
Açık olun..
Ben öldüm zaten zamanında beni öldüremezsin deyin..
Ya da ben ölmedim hiç, beni öldürme deyin..

Hayatın bize yaşattığı şeyleri artık değiştiremeyiz..
Ama zamanında başkalarının yaşattıkları şeyler yüzünden bizim de başkalarının canını yakmaya hakkımız yok..
Dürüst olduğumuz ölçüde, hayat bize karşılığını verecektir..
Senin canın çok yandı diye benim canımı yakmaya hakkın yok..
Benim canım çok yandı diye, senin canını yakmaya hakkım yok..

Oyunlar, entrikalar, taktikler için bir çoğumuz çok yaşlı ve yorgunuz..
Bu enerjiyi illa bir ilişkiye harcamak zorunda da değiliz..
Kendi mutluluğumuza harcasak?
Ben son 1 yılda gördüm ki..
İnsan aslında en çok kendi ile mutlu..
Kendinizi seviyorsanız mutlaka bir çift olmanıza gerek yok..
Ya da bir çift olmak için hastalıklı bir ruh haline bürünüp adını aşk koymanıza gerek yok..

Ben hastalığımın farkına vardığımda evimin çok uzaklarındaydım..
Bir tatil beldesinde, bir kavga sırasında, gözümden yaşlar süzülürken önünde durduğum bir hediyelik eşya dükkanının kapısındaki boy aynasında kendimi gördüm..
O görüntüyü hayatımın sonuna kadar unutamam..
Hayatımda gördüğüm en hasta kadın vardı o aynada..
Akciğer kanseri son evre..
Ölecek yakında, hatta ölmüş..
Ve iyileşeceğime, ölsem de yeniden doğacağıma söz verdim..

Ve ne zaman biri bana elini uzatsa, ben o aynadaki kadını görüyorum tekrar..
Ama onun acısını bana elini uzatandan çıkarmıyorum..
Korkarsam..Dönüp gidiyorum..
Sadece o hale bir daha gelmeyeceğime emin olduğum insanla kalacağım..
Ve onunla, aynı ülkede, aynı aynaya tekrar bakacağım!

tabir-i caizse..